Cinsiyete Meydan Okuma: Sefil Bir Tasfiye Girişimi
*Birsen Banu Okutan
Modern dünya, faile özgür bir sahanın içinde olduğunu ve mücadele alanlarını istediği ölçüde genişletebileceğini söyler. Toplumsal, zihinsel ve bedensel sınırları aşması gerektiğini bildiren yazısız manzume, faili varoluşsal bir sorgulama geçirmeden “değişme” yönünde manipüle eder. Özgürlüğün cinsiyetle kesiştiği yerde beliren meydan okuma, kavramsal gücünü “performatif” kelimesinden alarak amorf dokunun nasıl mümkün hale getirilebileceğini gösterir. Bir manada cinsiyete meydan okuma, geçmişten bu tarafa kolektif hafızanın en sabite kavramını yerinden ederken performatiflik ile kendine sığınak bulur. Butler (2008:214) bulduğu sığınak içinde bedenin cinsiyetli olup olmadığını sorunsallaştırırken stratejik çıkarların veya politikaların belirleyiciliğini tartışır. Kartezyen düalitenin sıkıştırdığı zeminde, beden ve zihin kategorilerinin ayrı kompartımanlarda yer alışının, bedensel hareketlerin töz etkisini üreterek yüzeyde göründüğü ve performatifliğin, olmayanın bir dışavurum biçimi olarak söylemler aracığıyla üretildiği yönünde görüş bildirir. Daha öz bir ifadeyle, performatifliğin olduğu yerde, “kendine rağmen inşa” gibi bir resim vardır, performatifliğin olduğu yerde töz gibi algılama biçimi yer alır. O zaman da her performatif edim -mış gibi yapma biçimidir. Olmayan halinin olabilirliğini kabul etme, “aslında bu gördükleriniz içsel mekanizmanın özelliği değildir, yanlış anlamayın” demektir. Yanlış anlaşılmalar, toplumsal inşa, illüzyonist bir dairenin içinde çekilen iç sanıcılar, bir düzenin devamını sağlamak -ki bu devlet, aile gibi aygıtların ve kendi aidiyetlerini oluşturan topluluklar üzerindeki etkiye refere eder- için kurgudur denir.
Buradan çıkarttığımız, cinsiyetin toplumsal olarak üretildiği ve bedensel stratejilerin inşa yoluyla belirlendiğine inanma, kolektif konsensüs ile tözselleşmiş olduğuna iman etme, bir tür cinsiyeti kültürel bir kurgu olarak eşitlemek ve bireysel faaliyetlerin izdüşümünü de kamusal bedenlerin eylem stratejileri olarak izlemektir. Butler’a (2008:230) göre töz görünümü olması ve büyük kurgunun parçaları, “inanç halinde icra edilen performatif bir başarı” gibi gösterilirken, “cinsiyet denen bu inşanın da toplumsal cinsiyet denli kültürel bir inşa olduğu; hatta belki de cinsiyetin zaten başında beri toplumsal cinsiyet olduğu, yani cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki ayrımın aslında ayrım falan olmadığı ortaya çıkar” (Butler, 52). Toplumsal cinsiyet gibi kültürel dokunun cinsiyet üzerine serpiştirdiği rollerin belirli bir ayrıma tabi tutulmadan cinsiyet ile eşleştirilmesi, bir nevi, cinsiyetin kendi performatif karakteri olarak başından beri toplumsal cinsiyetin ta kendisi olduğu varsayımı (Butler, 54) çelişik bir meydan okumadır. Cinsiyete meydan okuma yarışına girenlerin, cinsiyeti, yapının kültürel bir unsuru olarak serimleme iddiası, durduğu açı itibariyle kör noktaya denk gelir. Kültürün çeşitli formlarına isyan etmedeki kolaylık ve elbette kolaycılık bedensel niteliklere de karşı çıkmayı olağanlaştırır ki bu gözümüze çarpan büyük bir problematiktir.
Paranteze alınması gereken yer, toplumsal cinsiyetin tanım odaklı ayrımının keskinleşmesi gerekliliğidir; zira cinsiyeti toplumsal cinsiyet ile eşleştirmek, toplumsal yapının dışsal baskıları veya kültürel söylemleriyle cinsiyet üzerinde biriken tortuları görmeyi ıskalar, defektleri ayırt edecek anlayışı köreltir. Ayrıca makro resimde, toplumsal diskuru kırmak üzere girişilen mücadele alanında, kültürün belirleyicilik etkisine de tamamen meydan okumak, realiteyi zedeler. Failin kendi verili varlığını hesaba çekmeden önce üzerine giydirildiği ikinci doğa durumu sorgulanmış; fakat sorgulama süreci eksik bırakılmıştır. Cangızbay (1991:43) kişinin kendi bedeninden hala kendisi kalarak kurtulmasının onu başka bir vücutla veya tümüyle değiştirmesinin mümkün olmadığı gibi, kişiyi basit bir canlı olmaktan kurtaran kültürel varlığının, kişinin üzerine yüklendiği ve onu beşerî bir varlık haline getirdiğini, kültürel doğaya her türlü reddiyenin haddi zatında umutsuz bir tasfiye girişimi olabileceğini zikreder. Nihayetinde cinsiyet ile girişilen mücadelede, verili, varoluş durumuna karşı imkansıza meydan okunur. Kişinin kendisini başka bir duruma geçirme çabası, silikon, hormon gibi her zaman bir dış desteğe muhtaç olacağı (Cangızbay, 1991:43) için “dışsal” etkenlerin belirleyiciliğinde, şekilsiz bir kimlik veya bir tür kimliksizlik oluşturulur, normatif olarak kendi kültürünü reddederek dışsal etkilerle ayakta kalabileceğine inandığı anda kişi, imkansıza taliptir. Fail kendi kültürel yapısının temasından bile “kurtuldum” demekle kurtulamaz. Bir diğer ifadeyle, failin kendi kültürel varlığından sıyrılma isyanı, -mış gibi yapmaktır ve ancak performatif olarak yüklerinden soyunma işlemi olarak addedilebilir.
Bir taraftan, toplumsal, dışsal, kültürel verilerin yapı üzerinden aktarılan temaslarının beden/fail tarafından nasıl yok sayılamayacağı görülürken, diğer taraftan tözün kendi dayatıları ile cinsiyet üzerindeki etkisinin göz ardı edilemeyeceği de ortaya çıkar. Bu ise cinsiyete meydan okumanın tıkandığı üçüncü noktadır. Thompson’ın (2015) hatalı bir devridaim makinesi olarak adlandırdığı teorinin sefaleti, nasıl ki soyutlamanın karşısında durma direnci ile deneyime vurgu yükler, bugün hatırımızdaki performatifliğin soyutluğuna karşı meydan okunacak bir saha da uzaktan fark edilir. Thompson (2015:69) “bir masa düşünün” der, hiçbir kereste kendiliğinden bir masa olarak var olmamıştır veya bir marangozun elindeki bir talaş parçası ile masanın oluştuğu görülmemiştir. O halde mevzu, “marangoz o keresteyi kendine mal edip, işleyip masa haline getirirken hem kendi becerileri tarafından hem de bizzat kerestenin nitelikleri tarafından yönlendirilir, marangoz kendi aletlerini, becerilerini ve ideal masa kavramını ağaca dayatırken, ağaç da kendi özelliklerini ve mantığını marangoza dayatır” (Thompson, 2015:69). Elbette bilinç ile varlık arasında bu denli bir diyalog var olagelmişken, elindeki kerestenin bile içsel özelliklerinin eşyayı yönlendirmesi üzerinden felsefe yapmanın uygun görülüp bedenin kendi özelliklerini yok sayarak toplumsal bir kurgunun ellerine bırakmak, düşünsel anlamda cinsiyete meydan okumanın sefaletidir. Doğa durumu beşerin kendi seçiminin dışında verili yükleriyle donanmış, cinsiyeti seçme hakkı doğuştan bireye bırakılmamıştır. Duruma ister yaratıcı ister evren ister evrim denilsin, hesap edilemeyen üzerinde tercih hakkının olmadığı bir başlangıç, bir sıfır noktası esastır. Performatiflik, bu başlangıç körlüğünde, kurgu üzerinden yaratılan bir cinsiyet ve heteroseksüel ilişkinin var kabulüne karşı argüman geliştirirken refleksiviteyi tıkar, tözselliğe savaş açayım derken postmodern ve radikal bir sefaletin içine düşer. Neticede, cinsiyeti, toplumsal bir belirlenim ve baskı aracı olarak görmek, bireyin varlığına ilişkin özne potansiyelini küçümsemekle maluldür. Farklı toplumsal bileşenlerin belirlenimiyle davranışların pür faili oluşturduğu saplantısından kurtulmak gerekir. Toplumsal yapının yaratıcılığına karşı duruş, yeniden yapılandırılan öğeleri sorgulama ihtiyacı doğurur. Yapısalcıların dar kalıplar arasına sıkıştırdığı “toplumsal ilişkiler tarafından yapılandırılırız, önceden verili dilbilimsel yapılar tarafından konuşturuluruz, ideolojiler tarafından düşündürülürüz, mitler tarafından düş gördürülürüz, ataerkil cinsel normları tarafından cinsiyetimiz saptanır, zihniyetler tarafından kültürlüleştiriliriz ve tarihin senaryoları tarafından oynatılırız” (Thompson, 2015:327) argümanı, bedeni kendi doğasının özgürlüğünden sıyırırken, faili rüzgarın önünde yaprak misali savurur. Bu haliyle arkaik dönemlere hasredilen kadercilik yerini modern söylemde yapısalcılığın keskin törpüsüne bırakır. Kendini tekrar eden ve iç çelişkileri ile kişinin var oluş durumunu yok saymak, benliğini, davranış biçimlerinin kendiliğinden yönlendirilebilme ihtimalini, tözünün getirilerini, ve bedensel varlığını yükleri ile birlikte yadsımak anlamına gelir. Sonuç olarak ister yapının beden üzerindeki belirlenimine meydan okumanın problematik evreni, ister bireyin kendi bedensel doğasının tözsel niteliklerine karşı sunduğu reddiye, sefil bir tasfiye girişimi gerçeğini değiştirmez.
Kaynakça
Butler, J. (2008). Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi. B. Ertür (çev.). İstanbul: Metis.
Cangızbay, K. Kültür mü Medeniyet mi? Türk Yurdu, sayı 48, Ağustos 1991, ss.42-45.
Thompson, E.P. (2015). Teorinin Sefaleti: Hatalı Bir Devridaim Makinesi. A.F. Yıldırım (çev.). Ankara: Nika Yayınevi.
*Birsen Banu Okutan