İNSANIN KUTSALA İLİŞKİN ANLAM ARAYAN YÖNÜ ve TOPLUMSAL YANSIMALARI
Ali Ayten
İnsan biyolojik, psikolojik, sosyal ve manevi yönleri bulunan seçkin bir varlık. İnsana bütüncül yaklaşımla baktığımızda bu boyutlarının birbiriyle dengeli bir şekilde topyekûn geliştirilmesi gerektiğini görürüz. İnsanın bu boyutlarında çıkacak sorunların ihmal edilmeden giderilmesinin kendini tamamlayan olgun insani gelişim için vazgeçilmez olduğunu söyleyebiliriz. Bu makalede insanın psiko-sosyo-manevi tarafları ele alınmakta ve daha ziyade, kutsalı arayan ve kendini aşma isteği olan bir insan tasavvuru üzerinde durulmaktadır. Öncesinde bireyin bu psiko-manevi yönleri üzerinde duracak daha sonra bu eğilimlerinin sosyal yapıda karşılanma biçimlerini inceleyeceğiz. İnsanların kutsala ilişkin anlamı toplumsal yapıda bulma biçimlerinde ortaya çıkan değişimleri ele alacağız. Öncelikle insanın anlamı arayan yapısı üzerinde duracak ve anlamı arayan manevi eğilimlerindeki değişimlerin bireysel ve toplumsal hayattaki izlerini süreceğiz. Konuyu daha çok insanın anlam arayışı ve temel kaygıları üzerinden ele alacağız. İnsanın bu anlam arayışına yanıtlar veren geleneksel dini anlam örüntüleriyle ilişkilerinin gelişimi ve bağlarının kopuş süreci üzerinde duracağız. İnsanın kutsala ilişkin anlam arama sürecinde kendi kutsalını ve ona dair anlamı üretme sürecini irdeleyeceğiz ve bunun muhtemel nedenleri ve sonuçlarından bahsedeceğiz.
Psiko-manevi yönleriyle ele alındığında anlam ve mutluluk arayan bir varlıktır insan. Gündelik yaşamının yapıp etmelerinde hep bu arzusunu gidermeye yönelik bir çaba içerisindedir. Bu çaba insanoğlu nefes aldığı sürece doğrudan ya da dolaylı olarak biteviye bir surette devam eder. Ancak insanın anlam ve mutluluk arayışı bu dünya hayatının sınırları içerisinde kalmaz. Çünkü insanoğlu bu dünya hayatının sonluluğunun farkındadır. Daha açık ifade etmek gerekirse insanoğlu fani olduğunun bilinciyle yaşayan, ölümün varlığının farkında olarak hayatını idame ettiren tek canlıdır. Ölüm insanoğlu için mutlak ve kaçınılmaz son olduğundan temel kaygı kaynağı olarak hep vardır. İnsan, kimi zaman zihninin en tenha köşelerinde saklanan kimi zaman apansızın karşısına çıkıveren bu kaygıyla ömrü vefa ettiği sürece mücadele eder. Bu temel ve güçlü kaygıyı bastırarak hayatını devam ettirme çabası içerisinde olur. Ölümün varlığına rağmen anlam ve mutluluk arayışını devam ettirir. Yaşadığı olumsuz deneyimler, başına gelen istenmedik ve beklenmedik olaylar aslında bireyin bu kaygısının depreşmesine ve onu daha derinden hissetmesine sebep olur. Birey gerginliğinin arttığı bu tür zor durumlarda anlam ve mutluluk arayışını artırır. Bu insanın acıdan kaçınma ve mutluluğu arzulama tarzında ortaya çıkan ve insanla birlikte hep var olan genel yöneliminin bir tezahürüdür.
İnsanoğlu, dedik ya, ölüme rağmen anlam ve mutluluk arayan bir varlık. İnsan bu arayışını da dünya hayatıyla sınırlandırmayan bir varlık. Bu nedenle ölüm ötesini anlamlandırmaya yönelik her teşebbüs, anlam dünyasını zenginleştiren her türlü fikir ve ölüm ötesinde muhtemel her türlü mutlu yaşam ihtimali tarih boyunca insanın ilgisini çekmiştir. Tarihsel süreçte pek çok inancın konusu insanoğlunun bu dünyadaki varlığının amacı ve öbür dünyadaki erişecekleri olmuştur. İnsanoğlu bu dünyadaki bulunuşunu, ya da atılmışlığını, hayatta başına gelen iyilikleri ve kötülükleri ama en çok da kendini zorlayan güç durumları, musibetleri anlamlandırmak için hep kendi zihinsel kapasitesinin dışında destekler aramıştır. Bu bazen insanın yakın ve uzak çevresini oluşturan kültürel yapı bazen de insanın tabiatüstü alandan kendisine ulaştığını düşündüğü bilgi akışı olmuştur.
İnsanoğlunun dünyadaki gayesi, değeri, nereye gittiği ve başına bu hayattan sonra nelerin geleceğine dair anlam örüntüleri geçmişte çoğu zaman kurumsallaşmış dini ve manevi yapılar içerisinde sunulmuştur. Ancak aydınlanma ve modernleşme süreciyle gelen yeni hayat ve dünya algısı, insan-insan, insan-tabiat ve insan-kutsal ilişkisinin değişmesi bireylerin var olan anlam örüntülerini de sorgulamalarına sebep olmuştur. İnsanlar, özellikle Batılı toplumlarda, bu dünyada ve öbür dünyadaki geleceklerini anlamlandırmada kendilerine sunulan kurumsal dini öğretileri sorgulamaya yeltendiler. Kurumsal dini yapının hayata ve ötesine dair cevaplarını yetersiz ve anlamsız görmeye başladılar.
Geleneksel anlayışta bireyin hayatı ve ötesini anlamlandıran kutsala ilişkin anlam arayışını, yani maneviyatını, bireyin dini sınırlar içerisinde kalarak Yaratıcıyla, inandığı Kutsal Güç’le kurduğu doğrudan ve samimi ilişkilerde hissettiği derin duyguları ve bilişsel olgunluğu içeriyordu. Ancak günümüzün modern toplumlarında maneviyat sadece din ve aşkın alanla sınırlı tutulmamakta bireyin kutsala ilişkin din içi veya din dışı, aşkın olsun olmasın bütün arayışlarını ve anlam dünyasına dair tüm içerikleri kapsamaktadır. Bu nedenle yeni eğilimlere göre bireyin bu maneviyat arayışı dini olabildiği gibi seküler de olabilir. Birey herhangi bir aşkın oluşuma atıf yapmaksızın bütünüyle kendi imkânları ve sınırları dairesinde ya da insanlara, hayata ve doğaya yüklediği suni kutsallıklar marifetiyle maneviyatını temin edebilir. Dünyada yapıp etmelerini ve bu hayatın sonunda olacakları anlamlandırabilir. Günümüzde özellikle Batı medeniyetinde insanların pek çoğunun durumu kabaca bu şekilde ifade edilebilir.
Özellikle sanayi devrimi sonrasında yaşanan şehirleşme süreçlerinde bireyler tarihsel süreçte uzun süre içerisinde bulundukları kültürel ortamlardan uzaklaşmaya başladılar. İnsanoğlunun hareketliliği arttı ve mekâna bağlılığı azaldı. Mekâna ve o mekânı dolduran kültürel sosyal ortama yabancılaştı, mekâna ilişik koşullarda üretilen değerler ve anlam örüntülerinden uzaklaşmaya başladı. Şehirlerde de bir müddet kırsalda olduğu gibi kolektif anlam örüntüleriyle yaşamaya çalıştı insan. Ancak insanın bireysel olarak daha fazla çaba sarf ederek geçmişte alıştığı anlam örüntülerini dönüştürmesi ve kimi zaman yeni yaşam alanına uymadığı için dönüştürmesi gerekiyordu. Fakat sosyal hayat, mimari ve teknolojideki gelişimlerin hızı insanın değerlerini dönüştürme temposundan daha fazlaydı. Süratli ve dönüştürücü bu modernleşme ve şehirleşme sürecinde bir müddet sonra insan, yapıp ettiklerini anlamlandıracak ve çoğunlukla dini yapıdan gelen mevcut örüntülerin kendisine yetmediğini düşündü ya da o örüntüleriyle olan bağının zayıfladığını hissetti. Öncelikle kendine bile itiraf edemediği değişimleri kimlik ihtiyacının gereği olarak gizledi ancak bu süreç nesiller içerisinde normalleşerek kollektif dini anlam örüntülerinden uzaklaşma dışa vurulur hale geldi.
Batı’da insanların büyük bir çoğunluğu, süreç içerisinde geleneksel dini anlam örüntülerinden uzaklaştı ve bir müddet sonra bunu sorgulamayı da bıraktı. Ancak bireyin anlam arayan psiko-manevi yönü boşluk kabul etmediğinden geleneksel ve kurumsal dini anlam örüntülerinin yerine yenileri ikame edildi. Kimi bireyler ve gruplar ihtiyaçlarına cevap vereceğini düşünerek farklı inançlardan aldıkları öğretileri birbirine kaynaştırarak yeni eklektik anlam formları geliştirmeyi denediler. Geleneksel anlam yapılarından seçtiklerini alarak oluşturdukları bu yeni formlarla gündelik hayatlarındaki yapıp etmelerini, başlarına gelen olayları ve ölüm sonrasında olacakları anlamlandırmaya çalıştılar. Kutsalı belirleyen eski kurumsallaşmış dini yapıları kendilerine ve isteklerine göre değiştirdiler. Kimi bireyler ve gruplar da kutsalı yeniden inşa etme sürecine giriştiler. İnsanın, doğanın, hayatın ve ötesinin aşkın olanla bağıntısına dair geleneksel dini yapılardaki anlamlandırmaları yok sayarak hareket ettiler. Ancak insan ilişkileri ve dünya bireyin yapıp etmeleri acil anlamlar bekliyordu. İnsan ilişkileri hala değerlere ve anlamlandırmaya muhtaçtı. Aşkınla bağlantısı koparılan insan ilişkilerine, tabiata, hayata ve ötesine kendi nazarlarında bir kutsallık ve anlam atfettiler. Bu heves, kimi zaman insancıl/hümanist bir bakış olarak kimi zaman ise ekolojik yahut eskatolojik bir bakış açısı olarak isimlendirildi. Tabi ki Batı’da insanların hepsi bu tür bir eğilime sahip değildi, bu eğilimler özellikle orta sınıf ve üstü yaşam tarzına sahip bireyler arasında daha yaygındı.
Dünyanın farklı yerlerinde kutsalla ilişkilerini geleneksel tarzda sürdüren büyük kitleler de halen varlığını devam ettiriyor. Onlar halen geleneksel dini anlam örüntüleriyle hayatlarını anlamlandırıyorlar ve mutluluğu o pencereden yakalamaya çalışıyorlar. Ancak özellikle modern toplumlarda ve küreselleşmeyle birlikte giderek tüm toplumlarda bahsi geçen dini dışı maneviyat arayışlarının arttığı ve geleneksel dini anlam örüntülerinin dışında daha çok insan ürünü ve daha suni anlam sistemlerinin de oluşturulduğu her geçen gün daha fazla görülmektedir. Batıda bu tür eğilimlerin en somut şekilde ete kemiğe bürünmüş örnekleri bazı yeni dini akımlarda, Yeni Çağ (New Age) hareketlerinde, spiritüelist akımlarda görülmektedir (Örnekler için bkz. Köse, 2017). Bu eğilimlerin belki de en temel özelliği bireyin ihtiyacını ve tercihlerini öncelemesi ayrıca geleneksel kurumsal anlam örüntülerine karşıt ya da onlardan uzak görüşler öne sürmeleridir. Bir başka temel özellikleri de insana ve yaptıklarına değer verseler de insanı, hayatı ve tabiatı aşkın olan Yaratıcıdan bağımsız olarak kutsallaştırmalarıdır.
Yukarı da anlatılan insan hayatını anlamlandırma sürecindeki değişimler özellikle son elli yılda daha da belirgin hale gelmeye başladı. Bu şartlar altında şu sorular cevaplarını bulmayı beklemektedir: Peki, insanoğlu yüzlerce yıldır takipçisi olduğu, benimsediği ve hayatını anlamlandırdığı bu geleneksel dini anlam örüntülerini neden terk etmeye başladı? Neden kolektivist anlam örüntüleri yerine daha fazla insan ürünü olan maneviyatçı yönelimleri tercih etmeye koyuldu? Din içinde yaşamayı tercih ettiği deruni maneviyat yerine mesuliyeti ve bağlayıcılığı düşük olan akışkan maneviyatçı eğilimlere niçin yönelmeye başladı? Neden insanoğlu geçmişte atalarının yaptığı gibi gündelik hayatında yaşadıklarını tabiatüstü güçlerin müdahalesi ile anlamlandırmayı azalttı? Bireyler neden kendilerine dünyada sorumluluk yükleyecek kitaplar yanında kimi zaman daha fazla bireysel anlam ihtiyaçlarına cevap verecek maneviyatçı kitaplar okumaktadırlar? Dijital alandaki gelişmeler özellikle internet neslinin hayatı anlamlandırma ve manevi eğilimlerine nasıl yansıdı?
İnsanoğlu kolektivist düşünme biçiminden giderek bireyci düşünme biçimine evrilmektedir. Modernleşme getirdiği felsefi dönüşüm ve hayat şartlarındaki değişiklikler teknolojinin getirdiği daha az iletişim ve ötekine gereksinim hissinin azalması bu süreçte etkili olmuştur. Geçmiş yüzyıla göre daha bireyci bir eğilime sahip olan günümüz insanı, kurumsallaşmış geleneksel dini yapılara ve onların sunduğu anlam örüntülerine daha az ihtiyaç duyduğunu düşünmektedir. Birey olarak kendi hayatı ve anlam dünyası hakkında daha fazla söz sahibi olmak istemektedir. Bu nedenle kendi bireysel manevi yolculuğunu belirlemek kendi manevi öyküsünü oluşturmak istemektedir. Anlam arayışı sürecinde hazır anlam kalıplarından istifade ettiği gibi kendi anlam şemalarını da oluşturma peşindedir. Kutsala ilişkin anlam arama ve atfetme süreci de bundan vareste değildir. Bu durum özellikle gelişmiş toplumlarda çok bariz bir hal almıştır. Amerika’da dini ve manevi inançla ilgili olarak yapılan kamuoyu araştırmalarında bireylerin dindarlık yönlerinin zayıflayıp manevi yönlerinin artığı tespit edilmiş. Örneğin PEW şirketinin 2012 ve 2017 yılları karşılaştırmasında Amerikan toplumunda 2012 de kendini hem dindar hem maneviyatı yüksek olarak görenler %59 iken 2017’de bu oran %48’e düşmüş yine dindar değilim ama maneviyatım yüksek diyenlerin oranı ise %19’dan %27’ye yükselmiş. Bu resim Amerikan toplumunda kutsala ilişkin bireysel anlam arayışlarının yani maneviyatın yükselişte olduğunu gösterir. Yine PEW (2018) verilerine göre Batı Avrupa ülkelerinde dindar ya da maneviyatçı olmayan bireylerin sayısı kendini dindar ya da maneviyatçı olarak görenlere kıyasla daha yüksektir. Bütün bu verileri, insanların örgütlü kurumsal dini yapılardan ziyada bireysel teşebbüsler ve bireyciliği önce çıkaran oluşumlar içerisinde anlam arayışlarına cevaplar buldukları şeklinde de okuyabiliriz.
İnsanın mutluluk ve anlam arayışı varoluşundan beri vardır. Ancak günümüzde insanoğlu hayatın bereketini ve mutluluğu sadece neşeli, zevkli ve eğlenceli anlarında bulacağı zehabına kapıldı. Tabii ki insanın başını döndüren ve aklını çelen hızlı ve devasa teknolojik ilerlemeler, bilgi akışları ve imkânlar dünyası bu yanılgıda insanı desteklemektedir. Oysa hayat acısı ve tatlısıyla bir bütündür, öyle de kabul edilmelidir. İnsan yaşamın zorluklarından da çok şey öğrenebilir. Aştığı her engel onu güçlendirir ve daha iyi bir insan yapar. Manevi açıdan da olgunlaştır. Ancak günümüzde insan daha çok kaçmak, üstünü örtmek ve görmezden gelme eğilimi sergilemektedir. Bu hususta en çok da ölüm gerçeğine karşı bu tutumu sergilemektedir. Belki de ölümü ve sonrasını hatırlattığı için koptuğu ve uzaklaştığı büyük geleneksel anlam örüntüsünden ele avuca sığmaz ve suni maneviyatçı anlam örüntülerine yönelişinin sebebi budur. Ancak insan için kendisiyle gerçekçi bir hesaplaşmanın ötesinde bir kurtuluş yok gibidir. Zira her türlü teknolojik ilerlemeye rağmen zaman aynı zaman, güçlü ve yıpratıcı, hala insandan bir şeyler götürmeye devam ediyor ve insan her ne kadar görmek istemese de hep o mukadder naçar sona doğru ilerliyor.
Günümüzün maneviyatçı yapılarındaki en temel özelliklerden bir diğeri de tüketim kültürü ve materyalist ilkenin geçerlilik kazanmış olmasıdır. Her ne kadar süsleme ve sunumda maneviyat sosuyla tatlandırılmış olsa da yemek özünde materyalist unsurlar içerir. Süreçte tüketim kültürünün ilkeleri işler haldedir. Bu tür yapıların insanlara uzun süre mutluluk ve huzur getirmemesi de belki de bundandır. Çünkü bu tür yapıların grup dinamiğinde hep daha fazlasına ulaşma ve daha fazlasını dileme manevi unsurları daha fazla maddiyat için motive unsuru olarak kullanma söz konusudur. Fromm’un (1991) kavramlarıyla söylersek bu tür yapılarda “olmak”tan çok sahip olmak öncelenmektedir. Züht, dünyevi gayeleri terk ve azaltma yerine daha fazla maddi başarı, haz ve meşhur olma söz konusudur. Modernleşmenin getirdiği materyalist ve tüketimi önceleyen hayat tarzı manevi alanda bireylerin hayatın anlamına dair varoluşsal sorgulamamalarını karşılıksız bırakabilmekte anlam arayışındaki bu tatminsizlikler bireyleri daha acil anlam, aidiyet ve kimlik arayışlarına sevk edebilmektedir. Tüketim kültürünün ürünü sayılabilecek, pazarlamacı ve reklam edici unsurları ve ilkeleri kullanan maneviyatçı akımlar özellikle bu tür çevreler de daha fazla rağbet görmektedir. İnsan hayatında maddiyata yapılan aşırı vurgular bazı bireylerde bir tür maneviyat açlığı hissi de oluşturmaktadır. Bunun dengelemeye yönelik olarak özellikle ekonomik ve sosyal hayat şartları uygun olan bireyler geleneksel bağlarından kopuk ve kimi zaman protest bir nitelik kazanabilen yaklaşımlara yönelip oralarda anlam dünyalarına, psikolojik ve fiziksel sağlıkla ve sosyalleşmeyle ilgili gündelik ihtiyaçlarına cevaplar arayabilmektedirler.
Günümüzde özellikle gelişmiş Batı toplumlarında ve kısmen gelişmekte olan diğer toplumlarda insanla geçmişe kıyasla belli oranda refaha ve maddi imkânlara ulaştı. Ancak zannedildiği ve beklendiği üzere bireyler kendini yeterince mutlu görmüyor. Hayata dair anlam arayışlarına ve insan olarak manevi yönlerinin getirdiği arayışlara tatmin edici çözümler bulamıyor. Bu nedenle söz konusu bu ülkelerde maddi refaha koşut olarak bireylerin manevi yönlerinin de geliştirilmesi biraz da gelişmişliğin getirisi ve beklentisi olarak bir ihtiyaç halini alıyor. Bir başka ifadeyle gelişmemiş toplumlarda toplumsal ve ekonomik şartlardan dolayı sorgulanmayan ya da karşılanamayan ihtiyaçlar gelişmiş toplumlarda ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor. Söz konusu bu toplumlarda fiziksel iyi oluşun yanı sıra karşılanması gereken psikolojik ve manevi iyi oluş ihtiyaçları üzerinde de durulmakta ve bunların karşılanması için de bir nevi pazar oluşmaktadır. Maneviyata yönelişler tartışılırken meselenin bu yönünün de hesaba katılması elzemdir.
Bireyler maneviyatçı yapıların daha hızlı ve pratik çözümler sunduğunu ayrıca onların insana fazla sorumluluk yüklemeden bu süreci sağlayacağını düşünüyor. Belki de bu nedenle uzun soluklu uğraş, eğitim, çaba ve emek gerektiren, daha erdemli öğretileri içeren ve hayatı daha kuşatıcı bir bakış açısıyla ele alan dünya görüşü yerine bireyin kısmı bir yönüne odaklanan, daha kestirmeden iyi oluş vaadi sunan öğretiler daha cazip geliyor. Kimi zaman maneviyatçı gruplara dâhil olan yada pek çok dinin mistik yorumundan hareketle kendi bireysel manevi yolunu kendisi belirleyen bireyler sihirli bir dokunuşla hayatlarının değiştiğini ve daha anlamlı olduklarını ifade edebiliyorlar. Manevi ve psikolojik yönden kendilerini rahatsız eden sıkıntılı süreçlerle bu yolla başa çıkabildiklerini söyleyebilirler.
Kaygılı bir yapı sergileyen günümüzün ben merkezli bireyi aslında ölüm gibi bir acıdan kaçmak istiyor. Geleneksel dini yapıların ve bunların ürettiği maneviyatın temel unsurlarından biride ölümü hatırlama ve ölüm bilinci üzerinden bireyin bu dünyasını ve öteki dünyasını nizamlamaktır. Kişiye imtihanda olduğu hatırlatılıyor bu dünyanın zorluklarında anlam bulması gerektiği zaman zaman mutluluk ve zevki öbür dünyaya ertelemesi gerektiği salık veriliyor. Oysa günümüz insanı daha aceleci, ödülü mümkün olduğunca hızlı almak istiyor. Hem de fazla emek sarf etmeden, yük altına girmeden mükâfatına kavuşmak istiyor. Geleneksel dini anlam yapılarının kendini sunuş tarzı da bireylerin kendi anlam dünyasını kendisi oluşturmak isteyen inanmak ve bağlanmaktan çok tercih etme ve tatmin arayan tutumlarıyla pek uyuşmuyor görünüyor. Tüm bu sebeplerden dolayı nevzuhur maneviyatçı söylemler daha cazip geliyor. Özellikle hem şehirleşmeyle birlikte kültürel aktarımın sekteye uğraması nedeniyle geleneksel dini anlam örüntüsünden nesiller öncesinde bağlantısı zayıflayan ve hem de ekonomik olarak kendilerine sunulan maneviyat pazarından dilediklerince alma imkânları olan orta sınıf ve üstü bireylerde bu tür maneviyatçı eğilimler artmaktadır.
Batıda maneviyat arayışlarına giren ve bu tür maneviyatçı gruplara dâhil olan bazı bireyler için ise bu tür gruplar batıdaki rasyonel açıklama biçiminin ve bilimsel anlayışlara bir tür tepki olarak da değerlendirilebilir. Nihayetin de insan, E. Morin’in ifadesiyle biraz bilge biraz tuhaf bir varlık. Anlamlı bir hayat yaşayabilmesi için mantık kadar duyguya bilim kadar efsanelere ihtiyaç duyuyor (Köse&Ayten, 2021). O nedenle bazen insanlar rasyonel açıklama biçimleriyle manevi taraflarını beslerken bazen de absürt görünen uygulama ve inanışlarla hayatlarında bir anlam inşa etme yoluna gidebiliyorlar. Buna ilave olarak bazı bireyler için maneviyatçı gruplara takılmak ve o yapılarda anlam aramanın ayrıntılı bir amaç ve planlaması da olmayabilir. Birey sırf kendini daha iyi hissetmek amacıyla farklı olanın cazibesine kapılabilir ve alternatif olanı denemeyi tercih edebilir. Nihayetinde tercih etmenin kendisi bile bireyselleşmenin yükseldiği günümüzde bireye özgürlük alanı sunarak bir tür maneviyat hissi yaşatabilir.
İnsanların kurumsallaşmış dini yapılardan ve onların hayata dair çizdikleri anlam dairelerinden uzaklaşıp kendi maneviyat algılarını oluşturmaları ya da diledikleri zaman fazla sorumluluk hissetmeksizin terk edebilecekleri maneviyatçı gruplara dahil olmalarının bir nedeni de kurumsal dini yapıların ve onları temsil edenlerin insanların adalet, merhamet ve iyilik algılarını zedeleyecek hal ve tavır içerisinde olduklarını düşünmeleri olabilir. Bu nedenle kurumsal dini yapılar güven kaybı yaşamakta ve insanlar bir nevi kendi manevi ihtiyaçlarını kendileri temin etme yoluna gitmektedirler. Dini alanda yaşanan kişilerarası dini ve manevi hoşnutsuzluklar, örneğin din kardeşliği ilkesinin zedelendiğini ya da din adamlarının güvenilmez olduğunu düşünen bireylerin yaşadıkları olumsuz hisler, bireylerin örgütsel dini anlam örüntülerinden değil de daha bireysel maneviyatçı eğilimlerden anlam devşirmelerine sebep olabiliyor.
Günümüzde manevi arayışlar ve maneviyat söz konusu olduğunda irdelenmesi gereken hususlardan biri de dijitalleşmenin arttığı ve sosyal medyanın bireylerin gerçeklik dünyasını inşa etmede etkili olduğu dönemde maneviyatın siber âlemdeki yansımalarıdır. İnternetin yaygın bir şekilde kullanıldığını bir ortama doğan internet nesli, yani 1995 sonrası doğanlar, acaba sanal âlemde manevi eğilimlerine ne tür cevaplar buluyorlar? Nesillerin dindarlık eğilimleri üzerine karşılaştırmalı araştırmalar yapan sosyal bilimciler internet neslinin temel özelliklerinden birinin yetişkin hayatına gösterilen yoğun ilgisizlik olduğunu söylerler. Araştırmalara göre internet nesli ehliyet alma ve cinsel hayat ilgi yetişkin hayatına dair hususlarda bir önceki nesle göre daha isteksizler. Yetişkin hayatına gösterilen bu ilgisizlik dini ve manevi hayata mesafeli durmayı da içermektedir. Yine yapılan araştırmalara göre bu nesil bir önceki nesle kıyasla daha zayıf dini ve manevi eğilimlere sahiptir (Twenge, 2018). Bunun ötesinde internet neslinin sanal alemde dini ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya yöneldiği daha akışkan dini ve manevi kimliklere sahip oldukları da düşünülebilir. Zira siber alemde var olma ve bir yer edinme, belirli amaç uğruna yüksek düzeyde motivasyonla çabalama bu yaş grubu için bir nevi yeni tür bir maneviyat hissi vermektedir.
Türkiye’de manevi eğilimler ya da spiritualist eğilimler konusunda ise şunları ifade etmek mümkündür. Batı ülkeleriyle kıyaslandığında bireylerin manevi iyi oluşu ve manevi ihtiyaçlarını geleneksel dini değer ve inançlar çerçevesinde karşıladıkları söylenebilir. Türk halkının büyük bir çoğunluğu için maneviyat hala dini ibadetler, dua ve dini emir ve yasakların bireysel ve toplumsal hayata yansıtılmasında karşılaşılan duygular ve deruni tecrübeler anlamı taşımaktadır. Daha basit ifadesiyle bireyler dindarlık ya da dini hayat şemsiyesi altında maneviyat hissini yaşamaktadırlar. Her ne kadar özellikle Türkiye’de orta sınıfın üstü eğitimli ve genellikle kadın bireyler arasında spiritüel arayışların (yoga, reiki ve meditasyon gruplarına katılma, spiritüel enerji bazlı inançlara sahip olma vb.) yaygınlaştığına dair bulgular (Cengiz, Küçükkural ve Gür, 2021) olsa da bunun toplumun geneline şümul edilebilecek bir durum olmadığı söylenebilir. Türk toplumu genel itibariyle maneviyatı halen büyük oranda dini inanç ve değerler dairesi içerisinde değerlendirmektedir. Bu konuda Batı ülkeleriyle Türkiye karşılaştırması yapan araştırmaların bulguları da bunu destekler niteliktedir. İslam’ın batıdaki gibi net bir kurumsal yapısının olmaması, insanların bireysel tecrübelerinde yaşadıkları aşkınlık hissini de Allah ile kurulan bağ olarak görmelerine neden olmaktadır. Bu da müslüman zihinlerde din ve maneviyatın birbirine yakın yerlere kodlanması anlamına gelmektedir. Hem camide namaz kıldığında hem de gün batımında doğadaki ahengi seyrettiğinde Allah’ı anmaktadır. Çünkü müslüman zihinlerde Allah ile aşkın varlık bir birinden ayrı değildir (Düzgüner, 2021). Ayrıca Türkiye’de bireylerin bir kimlik olarak kendilerini dinin ötesinde bir maneviyatçı olarak görmeleri, bunu kabullenmeleri ve sözlü olarak ifade etmeleri birkaç nesil alabilir. Türk halkının bir kesimi için türbelerde yapılan uygulamalar ve türbe inancı çerçevesinde oluşan halk inançları her ne kadar dini otoritelerce (diyanet ve ilahiyatlar vb.) dine aykırı nitelense de insanlar yaptıklarını dini motivasyonla yaptıklarını dini motivasyonlar icra ettiklerini belirtmektedirler. Tüm bu gelişmeler modernleşmenin ve şehirleşmenin getirdiği şartlar altında dini ve manevi alanına dair dönüşümler yaşayan bireyler için değişen şartların gerekliliklerini kuşatacak manevi bir danışmanlık sürecinin yararlı olabileceğini akla getirmektedir.
Kaynakça
Ayten, A. (2012). Tanrıya Sığınmak. İstanbul: İz Yayıncılık.
Cengiz, K. Küçükkural, Ö. ve Gür, H. (2021). Türkiye’de Spiritüel Arayışlar: Deizm, Yoga, Budizm, Meditasyon, Reiki vb. İstanbul: İletişim Yayınları.
Düzgüner, S. (2021). Maneviyat Algısı ve Yansımalar. İstanbul: Çamlıca Yayınları.
Fromm, E. (1991). Sahip Olmak ya da Olmak (Çev. A. Arıtan). 3. Baskı. İstanbul: Arıtan Yayınları.
Köse, A. &Ayten, A. (2021). Din Psikolojisi. 12. Baskı. İstanbul: Timaş Yayınları.
Köse, A. (2017). Milenyum Tarikatları. 5. Baskı. İstanbul: Timaş Yayınları.
Twenge, J. M (2018). İ-Nesli. Çev. O. Gündüz. İstanbul: Kaknüs Yayınları.