Kendini İnkâr Eden İnsan

*Prof. Dr. Bayram Ali ÇETİNKAYA

İnsan, hakikat âleminin konusu olan bir varlıktır. Meleklerin soru ve şüphelerine rağmen Yaratan’ın halk ettiği yüce varlık ‘hazreti insan’dır. İyi ve kötü, hayır ve şer ekseninde tercihi ve iradesiyle var kılınmış tek aklî varlık ademoğludur. Cennetin müdavimleri Hz. Adem ve eşi Hz. Havva’nın geçirdiği metafizik tecrübeler, insanoğlunun kemâlat derecelerini belirlemiştir.

Yardımlaşma, paylaşma ve dayanışmanın en güzel ve en olumsuz örnekleri insanlık tarihinin yaşanmışları arasındadır. Peygamberlerin vasıfları, insanlığın model numuneleri olmuştur. Süleyman Peygamber’in adaleti, Yusuf Peygamber’in insaflı hali, Hz. Peygamber’in vicdan ve merhameti, insanlık için en güzel ahlâk abideleri olagelmiştir.

Hz. İsa’nın sevgi dolu bakışları, Zekeriya aleyhisselamın saygı ve ihtiramı, hoşgörü ve barışın sembolleri olmuştur. Fedakâr ve cefakâr olma hali, Hz. Nuh ve Hz. Musa’nın deneyimlemelerinde ve tecrübelerinde görülebilir.

İyi insan; arkadaştır, dosttur ve vefalı bir yarendir. Yardımseverlik ve cömertlik, hayırlı ve güzel insanın özelliğidir. Hoşgörüyle olaylara ve kişilere yaklaşan, anlayışlı insan, hayrın ve iyiliğin zirvesini, en yükseğini yaşar.

İyi insan, hem türdeşlerini hem de canlı ve cansız tüm varlık aleminin ve koruyucusudur. Erdemli insan, cemadat (cansız), nebatat ve hayvanat âlemlerinin muhafızı ve himayecisidir. Çünkü onda Yaratan’ın hürmetine tüm canlılar hatta cansızlar sevgi ve hürmete layıktır. Gıybetten uzak, şükür makamında vicdan ve sabrın timsalidir, iyi erdemli insan. Kibar ve saygılı eylemlerin öznesidir, iyi insan. Zarafet ve nezaket, tüm sıfatlarıyla iyi insanın elbisesidir.

Erdem kıyafetiyle zahiren varlığını gösteren faziletli insan, maddî ve manevî tüm kirlerden arınmış, ruhunu temizlemiş, yüce gönüllü hakikat adamıdır. O, ciddi ve hikmetli eylemlerin failidir. Dalalet ve hıyanet ondan sadır olmaz. Yalanın dalaletinden, yırtıcı hayvanlardan kaçtığı gibi kaçar; helalin cezbesine kendini kaptırarak ışık pervaneleri gibi kandile yaklaşır.

Saygınlığın vasfıyla hayat nizamında vazifesini bihakkın yerine getirir. Vakit ve nakit savurganlığı yapmayan iyi insan, hakikat ile hurafenin, haram ile helalin çizgilerini kendisine hayat felsefesi yapar. Onun için ahlâklıdır, şeytanın kibrinden uzak durduğu gibi, nefsin ve hazzın şehvetinden de uzak durur. Bencilliğin afetinden sakınan erdemli insan, Allah’ı, tabiatı ve evreni hakikatin işaretleri olarak değerlendirir ve buna inanır.

Ayıplar, kusurlar ve eksiklikler, iyi insanın kitabında yer bulmaz. Onun kitabı, hakikatin kitabı, Kelâm-ı Kadim’dir. Yani o, varlık dünyasının hakiki tek kitabıdır. Erdemli insan, ahlâk timsalidir, kibirlenmez ve en büyük tek varlığın Yüce Allah olduğunu bilir, O’ndan başkasını mabut kabul etmez.

Kendini hiçliğin değirmeninde öğüterek, bencilliğin cenderesinden sıkışıp kalmaz. Varlığını ve varlık âlemini, Yaratan’ın yoktan var kılınmışları olarak tefekkür eder. Ayıpları örter, kusurları kapatır, eksiklikleri görmez, hataları açığa vurmaz. Çünkü amaç ve maksat, rızayı kazanmaktır. Allah’ın razı olduğu, onun da Allah’tan razı olduğu rıza makamına ulaşmak, yolun pusulasıdır. Dünyeviliğin aldatıcı şavkları ve ışıltıları ona tesir etmez. Allah’ın rızası tüm sahte ve sonlu istek ve arzuların en önüne geçer.

Erdemli insan, aklın ve mantığın insanıdır. Allah’ın ‘akıl etmiyor musunuz?’ nidasının muhatabıdır, o. Yaratan’ın aklınızı kullanın ve iman edin, imanınızla hayırla salih eylemlerde bulunun emri, modern ‘ermiş’ insan için ferman-ı ilahîdir.

Görünmeyene ve bilinmeyen gayba inanç, erdemli insanı ibadet ve kulluğa götürür. Kendisine verileni, hatta muhtaç olduğunu bile dağıtarak (isâr) nefsin ve hazzın kutsallarını harcar, infak eder. Hakk’ın kendisine bahşettiğini paylaşan erdemli insan, öte dünyaya mutlak bir imanla inanır. Bu inanç, kendisine emanet olarak verilenleri garanti eder.

Savurganlığın, azgınlığından, cimriliğin hırsından dengeyi arayan erdemli insan, makuller evrenin sakinlerinden olmaya namzettir.

Kötülük, günah ve zulüm karşısındaki erdemli insan, er-Rahîm’in merhametiyle bağışlanma dileğinde bulunur. Mutlak Affedici’nin (el-Afüvv) mağfiret limanında affedilmeyi bekler. O inanır ki, mutlak kurtuluş, şeksiz şüphesiz inanmanın lütfuyla gerçekleşir. Felah için, selamet sancağı altında kulluğun zirvesini yaşamak gerekir.

Anlamsız, yararsız her türlü eylem, erdemli insan için uzak durulması lazım olan fiillerdir. Muhtacın sesini duyarak dağıtan ve paylaşan insan, iffet ve ölçülülük ummanında arınmayı bekler. Arınır, temizlenir ve ruhuyla yükselişe geçer.

Görünen ve görünmeyen hakikatlere mutlak iman, insan için, bu dünya ve öteki dünyanın kapılarını açar. Allah, melek ve ahiret günü inancın hakikatleridir. Allah için harcamak, sahip olunan mülklerin aidiyetini sağlamlaştırır. Erdemli insan için, doğru sözlü olmak, diğer taraftan vefanın genişliğine sahip olmak, emanet edilenlerin garantileridir.

Namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı tam olarak vermek, hakikat insanı için, haya ve iffetin ölçüleri olmaktadır. Hoşgörüyle faydalı işler yapanlar, iyiliğin yayılmasına ve kötülüğün engellemesine yardımcı olurlar.

Gıybet etmek, dedikodu yapmak, iftira etmek erdemli insanın gündeminde mevzu olarak bulunmaz. O, haksız yere kimseyi öldürmez, zarar vermez, zulmetmez. Bilir ki, ‘bir insanı öldürmek, bütün insanlığı öldürmek’ demektir. Yine ona malumdur ki, ‘bir insanı yaşatmak da bütün insanlığı yaşatmak’ gibidir. İlahî ilkeler, erdemli insanın yol işaretleridir. Nebevi hikmetli prensipler ise, yaşanabilecek saadet toplumunu inşa edecektir.

İnsanlar, Son Peygamber’in (s) dediği gibi, madenlerdir. Onlar başlangıçta hayırlı kimseler ise, her daim o hal üzere kalırlar. Toprağın mayasıyla yaratılan Ademoğlu, nihayetinde ‘toprak gibi mütevazı’ olmayı özünün gereği olarak bilir. Böylece kendini bilir ve tanır, nihayetinde Rabb’ıni bilir ve tanır. Kendi kusur ve zaaflarını bilmek ve onları gidermeye çalışmak, erdemli insana kemâlat yolunda olgunlaşmaya vesile olur.

Ademin çocukları, göklerin, yerini ve dağların kabul etmediği emaneti kabul etmekten çekinmediler. Emanet, bir sorumluluktur; hayırlarla birlikte zulüm ve cehaletin kötülüklerini beraberinde taşır. Nefsin şerlerden arınıp kurtuluşa ermesi, hayrı ve iyiliği talep etmekle mümkündür.  

Acelecilik, insana musallat olmuş menfi bir haldir. Kur’ân’ın bildirdiği nankörlük, insan için olumsuz sıfatlardandır. Geçici olan hazları ilahlaştırıp onlara kul olmak, hakikat aleminin ilkelerine aykırıdır. Umutsuzluk, unutkanlık, gurur, inkarcılık, insana kendini inkâr ettiren şeytanî özelliklerdir.

En güzel şekilde yaratılan insan, bu yüce inayetin kıymetini bilmezse, fıtratına isyan etmesi sonucunda ‘aşağıların aşağısı’na düşerek metafizik bir iniş yaşar. Aceleci davranarak tartışmaların içine dalmak, insan için zafiyetlere sebep olur. Kusurlar ve zaaflara karşı salih ve erdemli eylemler, insanı yüceltir.  Adem’e yapılan itaat secdesi, hakikatte, kâmil fillerin zuhuratına işaret eder.

Şeytanın ‘ateş’i kutsallaştırıp gurur bataklığında kendini yüceltmesine karşılık, topraktan yaratılan Adem ona hitap edildiği üzere ‘yasak ağacın meyvesi’nden tadınca, tevazu kanatlarından mahrum kalmıştır.  Rahman’ın ‘ben sizin Rabb’iniz değil miyim? ilahî hitabına verilen müspet cevap, tüm mazeretleri bertaraf eder.

Ataların dinini yüceltmek, verilen sözleri unutmak ‘hazreti insanı’nın özelliği değildir. Şirk ve küfrün çirkefliğinden inancın hakikatlerine ulaşmak, Rabb’e verilen sözü hatırlamaktır, unutmamaktır.

‘Pişmemiş kuru çamurun, şekillenmiş kara balçık’tan insana dönüşmesi, Hakk’ın kudretinin mutlaklığını göstermektedir. Kur’ân’ın yarenliği ve rehberliği, insanı en doğruya, en sağlam ve en isabetli olana ulaştırır. Orada büyük ve sonsuz muştular ve mükâfatlar vardır.

İnkâr ve şirkin kaynağını, Şeytan’ın Yaratan’ın emrine isyanında aramak gerekir. Mühlet ve izin isteyen Şeytan, erdemli insanın kendini inkâr etmesi için her türlü yolu dener. Kıyamete kadar iman ve inkâr mücadelesi, Ademoğlu için hakikat mertebeleri olarak kalacaktır.

Hakikatler karşısında insan, kavga ve tartışmaya eğilimlidir. Nefsin, şeytanın ve şehvetin vesveleri, gerçek ile sanalı birbirine katar. Hak ve bâtıl karışır, şüphe krizleri depreşir, mizan bozulur, denge kaybedilir. Bunun sonucunda muhakeme gücü yitirilir. Makul ile mantıksız olan karıştırılır. Nihayetinde böyle bir vasatta insan kaybeder, ziyana uğrar, kendine zulmeder.

Tezekkür ve tefekkür, Allah’ı karşı kibir ve gurur kapılarını kapatır. Nimetlerin şükrü, Allah’ın ikram ve ihsanı, düşünen kalbin irfanıyla hissedilir. Ümitsizlik ve yeis halinden kurtulup, Allah’ın İncil’le haber verdiği Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in (s) müjdesi zuhur eder.

Fıtrat ve mizaç, hakikat çizgisine götürür. Ancak ilahî mesajdan yoksun akıl, gerçekliğe isabet konusunda güçsüzdür, zayıftır. Vahyin ilahî ışığıyla aydınlanan akıl ve kalp, istikametin dosdoğru rotasını belirler.

Diriltilen insan, belirlenen hayatla birlikte ömür takvimini/cetvelini tamamladığında, Rabb’ın bilgisinden nasiplenir. Marifetullahın kandiliyle nurlanan akıl ve kalp, dalaletin sapkın ve batıl yollarını tercih etmeyecektir. Marifet, hakikatin vasıtasıdır. Marifetle alınan yollar, sırat-ı müstakime ulaştırır. Kendilerine nimet verilen Peygamberler, şehitler, salihler ve sadıkların yarenleri, hakikat insanlarıdır.

Tartışma ve kavga, gerçekleri görmemezlikten kaynaklanır. Kur’ân erdemli insanın üslup ve tavırlarını açıklamış ve övmüştür. Ancak insanoğlu, hakikat karşısında kavga ve tartışmaya çok düşkündür. Hâlık, gökleri ve yeri, hasılı tüm varlık âlemini bir gaye, hikmet ve kanunla yaratmıştır. Yaratan, insanı halife olarak tayin ettiği dünya ve âlemleri en güzel şekilde halketmiştir. Mevcut âlemlerden daha güzeli mümkün değildir. İnsan bu âlemin halifesidir.

İnsanın ‘aceleci’ olması, hırsının bir tezahürüdür. Ona her türlü örnek, Yaratan’ı tarafından sunulmuştur. Emanet bir yüktür. Ancak Allah yükün ağırlığını hafifletmeyi arzu eder. Zira insan zayıf yaratılmıştır. Ancak zayıflığı, insanı ümitsizliğe düşürmemelidir.

Ümitsizlik insanda zulüm ve cahilliğe neden olur. Umut, Hakk’ı unutmamaktır. Rahman’ı yar ve yardımcı edinmektir. O’ndan razı olmaktır. Aceleci ve hırslı insan, sahip olduklarıyla tanrılığa soyunabilir. İnsan kanaatkâr olup, malik olduklarının gerçek sahibinin kendisinin olmadığını bilmelidir. Paylaşmak ve tasarrufta bulunmak, malı ziyadeleştirir. Onun için fakirlerin hakkını unutarak cimriliğin sarmalına kapılmamalıdır.

Şüphe ve tartışmanın şeytanî hazzı, insanı unutkanlığa sevk etmemelidir. Aksi takdirde Adem’in düştüğü hata girdabına kapılır. Şeytanın kendisine telkin ettiği ‘ebedî’leşme vesvesesi, unutkanlığa sebep olur. Adem’in cennetteki unutkanlığı, oğlu Kabil’in kıskançlığının yeryüzünde gerçekleşmesinden ayrı düşünülmemelidir. Zira dünyaya, hazza ve nefse düşkünlük, insanı kibrin bataklığına sevk eder; böylece gurur, aldanmayı beraberinde getirir. Aldanıcı olmak, aldatmaya da neden olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki, aldatmak, güven duygusunun zehridir; insanı gazaba ve ikazlara muhatap eder. İki yüzlü ve sabırsız davranışlar, kötümser duygu ve halleri ortaya çıkarır. Bunun sonucunda saplantılı sıfatlara sebebiyet verir.

Sapkın özellikleri gösterenler, bencillik sıfatlarını taşırlar. Bencillik, kaba ve nobran olmayı tetikler. Aynı zamanda kindarlık, intikam almaya yönlendirir. Kin, insanın içindeki kara bir leke gibi zehir saçar. İntikam duygusu ise onu besler ve güçlendirir. Bu duygu, insanı agresif yapar, inatçı bir hali aşılar. Artık o durumda ihtiraslar insana hâkim olur. İhtiras; katı ve inatçı bir şekilde zuhur ederse, aç gözlülüğe yol açar. Kibir ve korkaklık da ona yardımcı olur.

Nihayetinde öyle bir insan müsveddesi ortaya çıkar ki; o kişi sahtekâr tabiatlı, saygısız ve kaba davranışların faili olur. Ve insan kendini inkâr etmeyle baş başa kalır. Değerler, inançlar, kutsallar ve aşkınlık orada kaybolur, buharlaşır. O zaman yağışı olmayan kısır bir iklim ve çorak bir coğrafya kaçınılmaz olur. Bilgelerin dediği gibi, hakikat, marifet, tarikat ve şeriatın egemen olduğu mekanlar ve iklimler, bereketli ve mümbit olurlar.


* İstanbul Üniversitesi