İnsani Denge Kaybının Ağır Faturası: Kaotik Dünya

 

Adnan Bülent BALOĞLU*

 

Giriş

Günümüz dünyasını tasvir için kullanılan kavramların, yapılan yorumların karamsar tabiatı gözlerden kaçmıyor. Çatlamış dünya, kasvetli dünya (Stephen D. King), çivisi çıkmış dünya (Amin Maalouf), çığırından çıkmış dünya (Fikret Başkaya), raydan çıkmış dünya (Cansen Erdoğan) bunlardan yalnızca birkaçıdır. Bunların ima ettiği şey, eşitsizlik ve adaletsizliklerin, yoksulluk türlerinin, savaşların, terörün, toplu göçlerin, insanlığı gözetleme mekanizmalarının, ahlâki çürümenin, salgınların, mevcut dünyanın net ve belirgin özellikleri olduğudur. Gerçek olan şu ki, devletleri ayakta tutan temellere, toplumsal düzene, hayata, kültürlere, ekonomilere, doğal kaynaklara, değerlere ve de kurumsal dinlere açgözlü kurtlar misali saldıran azgın bir küresel kapitalist sistemle insanlığın başı derttedir. Yeryüzü toplumlarının ezici çoğunluğunu aşırı yoksullaşmanın kucağına iten bu sömürgeci sistem, girdiği her yerde mağduriyetler yaratıyor, ırkçılığı, güç ve çıkar ilişkilerini kışkırtıyor ve özellikle de Müslüman coğrafyalarda genç, eğitimli fakat işsiz nüfusu fitne ve karmaşanın merkezine çekmeye çalışıyor. Bu sömürgeci sistemin doğrudan ya da dolaylı ürettiği daha başka kronik sorunlar da mevcuttur. Bunların bir kısmını ekolojik kirlenme, doğal kaynakların azalması, nükleer silahlanma, terörün küreselleşmesi, tüketim ve israf ekonomisi tarafından kuşatılma, ırkçılık, İslam düşmanlığı ve nefret suçları, ahlâki çürüme, teknolojinin insani sınırları zorlaması şeklinde sıralayabiliriz. Bu giderek kronikleşen bu çetin meydan okumaların insanlığa ağır maliyetler yüklediğinde şüphe yoktur. Bu maliyetlerin bir kısmını yabancılaşma, nesneleşme, şeyleşme, ailede ve toplumda çözülme, meta ve tüketim fetişizmi, ahlâki yozlaşma, değerlerin buharlaşması, bireycilik, bencillik, hazcılık, hakikat tekelciliği ve radikal kuşatma vb. şeklinde sıralayabiliriz. İnsanlığın geleceği adına pek iç açıcı olmayan bu hazin tabloya popüler kültür kuşatması altında giderek yaygınlaşan inanç krizlerini, kimlik bunalımlarını ve modern köleliği de eklemek gerekecektir.
 

Mevcut Dünyanın Manzarasını Okumak

Ancak ana hatlarını verdiğimiz yukarıdaki tablonun dikkatli bir bütüncül okumasından, yeryüzü toplumlarının sosyal ve iktisadi hayatının küresel denetim mekanizmalarına tabi olacak şekilde Batı merkezli bir dizi söylem ve hegemonya altında yeniden inşa edilmekte olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Başka bir ifadeyle bu tablodan çıkan net mesaj, Batı’nın tekelinde, denetiminde ve tasarrufunda yeni bir dünyanın kurulmakta olduğudur. Bu çerçevede Batı merkezli ideolojik güç ve söylem, kendi egemenliğini hâkim kılmak ve perçinlemek adına küresel bilgiyi sürekli üretmekte, yenilemekte ve de jeopolitik anlam haritalarını yeni baştan kurgulamaktadır. Aynı tahakkümcü ideolojik güç, diline pelesenk ettiği “ilerleme” mitinin gölgesinde kendi sömürü alanlarını alabildiğine genişletmek için stratejik önem yüklediği coğrafyalarda sürekli vekâlet savaşları üretmekte, terör ve şiddeti besleyip kollamakta ve fonlamaktadır. Daha açık söylemek gerekirse, bugün Batılı beyaz kimlik, özellikle Afrika ve Orta Doğu’da himayesine aldığı terör gruplarıyla tahayyülündeki beyaz egemen dünya tasavvurunu gerçekleştirmenin peşindedir. Temelde bu proje, ötekinin olmadığı ya da en azından ele ayağa dolanmadığı bir dünyanın idealize edilmesi hedefi üzerine kuruludur.  

Yukarıdaki tabloyu, geleneksel hayat tarzının değerlerinin modernitenin değerleri ile değiş tokuş edildiği şeklinde okumak da mümkündür. Bu yeni değerler, rasyonalite, ilerleme, özgür ve refah toplum, eşitlik ve sosyal adalet, evrenselcilik, bireycilik/bireyselleşme, materyalizm gibi ana temaları içerir. Modernleşmenin değerleri küreselleşme ideolojisinin de temel parametreleridir. Tüm bu parametreler bir toplumun mutlak surette sahiplenmesi gereken şemsiye kavramları da içerir: piyasa toplumu, refah toplumu, çok-kültürlü toplum, risk ve güvenlik toplumu, liberal toplum vb. gibi. Modernleşme ideolojisinin temelde toplumları bu anahtar kavramlar etrafında buluşturma hedefine yönelik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu ideoloji, geleneksel topluma rengini veren köklü değerlerin yeni/modern olanla topyekûn takasını öngörür. Burada “ortak değerler” kavramını tüm toplumların kayıtsız şartsız benimsemesi zorunlu değerler dizgesinin varlığına işaret eder. Söz konusu değerler aynı zamanda modern bireyi kuşatan dünyaya atfedilen sıfatlarla özdeştir. Bu ortak değerler kümesini oluşturan bütün unsurlar Batı’nın kendi tarihi, kültürel ve toplumsal tecrübesi ile bilinçli olarak buluşturulmuştur. Bu sebeple ideal modernleşmenin yolu, kaynağına ve mahiyetine bakmaksızın köklü ve sancılı bir tecrübenin ürünü olan Batılı değerleri kayıtsız şartsız benimsemekten geçer. Hatırlatmak gerekir ki bu değerler, yerli toplumsal ve tarihsel aidiyetlerin ve ilişkilerin toptan köklendiği bir modern dünyaya aittir. Neticede bu dünya, insan dâhil istisnasız her şeyi sıradan, değersiz bir meta konumuna indirgeyen insanı, doğayı, zamanı ve mekânı tüketmek için ihtirasla ellerini ovuşturan kapitalist liberalizmin tahakkümcü projelerine boyun eğmekle yükümlüdür.

Mevcut tablonun okunması daha da çeşitlendirilebilir. Vahşi ve saldırgan doğasıyla kapitalizm, küresel güç merkezlerinin çıkarlarını koruyan siyaset, hukuk, ekonomi ve strateji politikalarını mekân farkı gözetmeksizin her yerde öne çıkarıp destekler. Mısırlı iktisatçı Samir Amin’in “Şer İmparatorluğu, Şer Ekseni” adını verdiği bu merkezler kendi çıkarlarını korumak için kendine yetebilen ekonomilerin belini bükerek bağımlı hale getirir, toplumsal direnci zayıflatır, sosyal eşitsizlikleri derinleştirir. Bu şer ekseni, kendi sömürüsünü sürdürebilmek için kurguladığı tek taraflı “güvenli dünya” stratejisini ayakta tutacak bir “küresel” değerler paketi dayatır. Güvenli dünya stratejisine eklemlenen bu değerler paketi sayesinde kapitalist ekonomi girdiği her yerde var olan iktisadi faaliyetlere “küreselleşme” balonuyla kendi mantığını kabul ettirerek yerli ekonomileri boyunduruk altına alır ve böylece sürekli bir büyüme gerçekleştirir. Bu esnada liberalizme biçilen görev, kapitalist sermaye düzeninin gayesinin temelde barış, özgürlük ve eşitlik gibi hümanist değerleri yeryüzü coğrafyasına yaymak olduğunu zihinlere işlemektir.

Madalyonun diğer tarafından bakıldığında, ilerleme, özgürlük, refah toplumu, küreselleşme, eşitlik, adalet gibi kavramlar liberalizmin elinde kapitalist sermayedarların kârlarını katlaması için elverişli alet işlevi görürler. Gerçekte sözlük anlamlarıyla kullanım anlamları arasında büyük bir tezat söz konusudur, içleri boş birer sloganik söylemden ibarettirler. Mesela eşitlik, içerdiği iyi ve olumlu anlamın yanı sıra, piyasada başkalarını alt etme ve sömürme fırsatının eşit olması anlamına da gelir. Mesela küreselleşme, kâğıt üzerinde sunulan anlamının yanında, küresel sermayenin egemen gücünü istediği her yerde ve herkesin üzerinde uygulaması hakkına sahip olması anlamını da taşır. (Eagleton 2021: 58). Mesela ilerleme, insanlığın ve tarihin sürekli iyiye, en ideal olana doğru yol alacağını ifade eden bir kavramdır. Bu kavramı icat edenlere göre, güya hiç kimsenin aç ve fakir olmayacağı, savaş ve terörle yerinden yurdundan sökülmeyeceği, köleleştirilmeyeceği, zulüm ve işkenceye maruz kalmayacağı bir dünyanın tasavvuru imkânsız değildir. Gerçek bunun tam aksinedir; ilerleme ideolojisi, “Batı’ya has kesinlikler” kümesinin ikame edilmesi pahasına gezegeni yok etmeye, masumları katletmeye ve insani eşitsizliği akla havsalaya sığmayacak şekilde üretme şeklinde tezahür etmektedir. Dünyanın biyolojik savaşa, ekolojik felaketlere doğru yol aldığı bir süreçte, ilerleme olsa olsa insanın kendisini yeryüzünden silmesi anlamı taşıyan bir “vahşi mit” görüntüsü vermektedir. (Eagleton 2021: 75-77). Hâlbuki ahlâki ve bilimsel ilerleme birbirini yok saydığında şiddetli çatışmalar ve türlü felaketler kaçınılmazdır. Terry Eagleton, liberal kapitalist kültürlerin kaçınılmaz biçimde kendi değerlerini zayıflatan kötülükler doğurduğunu söylerken haklıdır. (Eagleton 2021: 69). Mesela bir örnek vermek gerekirse, terör, Batı’nın inkâr ettiği kendi parçasıdır, tabir caizse ısrarla reddettiği gayri meşru çocuğudur. Yine mesela, liberal kapitalist kültür için demokrasi olmazsa olmazdır; ancak aynı demokrasi, bu kültürün ekonomisinin can damarı olan serbest piyasa düzeni için potansiyel bir tehdittir. Dolayısıyla, gerektiği takdirde demokrasinin bu yıkıcı kapasitesine engel olacak tedbirler alınmalıdır. (Slobodian 2020: 489).     

Günümüz dünya manzarasına baktığımızda gördüğümüz bir başka şey ise, siyaset, ekonomi, kültür, sosyal hayat ve dinin tekelleştirilmesi çabalarının varlığıdır. Bu yeni dünya kurgusuna göre, mevcut bütün nüfuz, güç ve egemenlik vasıtaları ele geçirilmeli, bütün dünya halkları yeni baştan yapılandırılmalı, insanlık tektipleştirilmelidir. Bir “evrensel denetim” mekanizması ile benlik, doğal kaynak, toprak, su, enerji, para sürekli denetim altında tutulmalıdır. Bu amaçla hâlihazırda süren savaşlar –enerji, su, tarım, siber, ilaç, kimya, silah, gıda, petrol, doğalgaz, kıymetli madenler, uranyum, ticaret, güç savaşları vb.– söz konusu küresel denetimi tesis etmek için üretilmişlerdir. Dizginsiz bir metalaşma ve ticarileşmenin yeryüzü toplumlarına ödettiği ağır bedeller vardır. Bunları bireycilik, bencillik, maddecilik, rekabetçilik, saldırganlık, yabancılaşma, tükenmişlik, şüphecilik, inkârcılık, ümitsizlik vb. şeklinde sıralamak mümkündür. Bütün dünya toplumları için hemen hemen ortak olan bu ağır faturayı biraz daha özele, Müslüman toplumlara indirgediğimizde maliyetin daha da ağırlaştığını görürüz. Bu maliyetler özgüven örselenmesi, mahremiyet bilincinin buharlaşması, ahlâki-manevi değerlerin silikleşmesi, milli duyguların gevşemesi, tüketim ve marka bağımlılığının artması, helal ve haram sınırlarının aşınması gibi hususlara tekabül eder. Müslüman toplumlarda gözlenen inanç, değerler ve aidiyetlerdeki trajik çözülme, dine, ahlâka, vicdana ve değerlere pervasızca saldıran sinsi odaklar karşısında direnç kalelerinin tek tek düşmesi anlamına gelmektedir.                       

Diğer taraftan, teknik-sermaye-medya üçgeninde tüketim teknolojisinin nesnesi olma yolunda hızla yol alan insanlığı, hislerden ve değerlerden arınmış, günlük hayatın rutinlerinden ibaret bir geleceğin beklediğini söylemek bir kehanet sayılmamalıdır. Maddeyi insana, şahsiyetine ve değerlerine tasallut eden bu hal, çıkışı olmayan muhkem bir duvarın içine tam bir kapatılma halidir. Hâlihazırda şiddet ve terörün bataklığına saplanan, sömürü, yoksulluk, sefalet ve ekolojik felaketin kucağında çırpınan, ahlâki yozlaşmaların dehlizlerinde kaybolan bir insanlık manzarasının gelecek adına umut vaat ettiğini söylemek yanıltıcı olacaktır. Bu manzaradan çıkan sonuç, insanlığın savurgan, ben-merkezli bir hayatın akıntısında kendi öz değerleri ile gerçeklikler arasında sıkışmış olduğudur.

Küresel sermayedarların aşırı kâr trafiğini teminat altına alma sistemi olan neoliberalizmin bütün dünyaya Amerikan sistemini monte eden siyasi ve ekonomik bir yapılanmayı inşa faaliyetini yürüttüğünü söylemek gerekecektir. Bu sistemde çevre ülkelere düşen görev, küresel şirketlerin sınırsız kazançlarını arttırmaya yardımcı olmaktır. Küresel şirket, emperyalizmine maruz kalan çevre ülkelerin ödediği bedelleri telafi için “acı reçeteler” yazar. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının bol olduğu coğrafyalarda tam bir şirket terörü estiren bu küresel şirketler bir bakıma yüzergezer, coğrafyasız güçlerdir. (Yıldırım 2020: 41-48). Bu sistemde gücü ve sermayeyi elinde tutan küresel yapı, güvenlik adına sermayenin hasımlarını önce siyaseten belirginleştirir, tanımlar, özelliklerini ortaya koyar ve sonra da imha edilmesi için gerekçeler üretir. Sermaye, kapitalizm ve sözde güvenlik karşısında kim direnirse insanlık için potansiyel bir tehdit ve “evrensel hasım” ilan edilir; dolayısıyla yok edilmelidir. (Neocleous 2016: 17). Evrensel barışı Avrupalı/Batılı olmayan dünyayı istila ve işgal ile korumayı amaçlayan bir beyaz elit (seçkinler) grubu için evrensel hasım daima potansiyel tehlikedir. Bu ebedi düşmanın liberalizm, rasyonalizm, sekülerizm, ilerleme ve hümanizm parametreleri üzerine inşa edilmek üzere projelendirilen yeni dünya düzenine takoz koyması her ne şekilde olursa olsun mutlak surette engellenmelidir.

Mevcut dünya manzarasına dair zikredilmesi gereken bir husus da neoliberal kapitalizmin kendi inandığı ve savunduğu değerler dışında hiçbir dini, teolojik ve ahlâki kaygı taşımamasıdır. Toplumsal yozlaşma ve çözülmeyi hızlandırma, toplumu bölüp kutuplaştırma ve değerlerini buharlaştırma işlevi görecek dinler ve tanrılar uydurur. Bir taraftan kurumsal dinleri marjinalize edip ilkelerini vicdanlara hapsederken bir taraftan da alternatif din görünümlü yapılar üretir. Bu yapıların özelliği kapitalizmin sömürü düzeni ile uyumlu olmalardır. Yaptıkları şey, maneviyat simsarlığıdır, tüketim, haz ve şehveti kutsamaktır. Hepsinin sahte teolojileri ve sözde metafizik ilkeleri vardır. Bu amaçla kurumsal dinlerin vahiy, peygamber, mucize, Kutsal Kitap, ahiret gibi temel unsurlarını reddederler. (Baloğlu 2020: 45-47). Bu manada deizmin belli belirsiz, zayıf tanrısı liberalizmin siyasi teolojisi için biçilmiş kaftandır. Liberal kişinin istediği tanrı dünyada etkin bir tanrı değildir; bu tanrı akıl ve hukukla çelişmez, mucize göstermez, dünyaya ve insanın işlerine karışmaz. (Critchley 2013: 117). Bu tanrı liberalin kurduğu dünya düzenine burnunu sokmaz, bu ideal tanrı tarifine deizmin tanrısı uyar. Deizmin rasyonalizmi liberalizmin rasyonalizmidir.

Burada mutlaka zikredilmesi gereken bir başka durum ise, teknik-sanayi-teknoloji üçgeninde insanlığın bir siber teknolojikleşme sürecine girmesi ve akabinde kendisini yapay zekâ çalışmalarının ortasında ve bir transhümanist tehlikenin karşısında bulmasıdır. İnsanın doğa ve Tanrı karşısındaki konumunu değiştirme çabası olan hümanizmin, Darwinci evrimcilik, evrimci biyoloji ve psikolojiden beslenen ve insanın doğasını değiştirerek onu Tanrı’dan koparma amacı güden transhümanizmle burun buruna gelmesi, yirmi birinci asrın ilk çeyreğinde insanlık adına zuhur eden bir trajik gelişmedir. Ateist bir yapı olan transhümanizme göre, hayatı belirleyen Tanrı değil, tek başına insandır ve onun dünyasında dine kesinlikle yer yoktur. Din geçmişe aittir, geleceğe ve değişime engeldir. Sonsuz ve ölümsüz olma kudretine yaklaşan insan artık yavaş yavaş Tanrı’nın konumunu ve rolünü üstlenmeye adaydır. Seküler ve ateist bir proje olarak transhümanizm, insanı, çevresini, inanç ve anlam dünyasını köklü bir biçimde dönüştürme hedefindedir. Bu haliyle insanlık ve dünya için en tehlikeli fikir kabul edilmiştir. (Dağ 2020: 17-20). Bedeni değiştirilebilir bir protez olarak gören, ölümsüzlük ve sınırsız güç hırsıyla yanıp tutuşan transhümanizm, insanı metafizikten, aidiyetlerinden ve köklerinden usulca arındırma işlevini belli bir strateji ve plan dâhilinde yürüten pozitivist, sekülarist, materyalist kapitalizmin insanın başına ördüğü en ciddi tehlikelerden biridir.        

Nihayette, yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde ancak bir kısmını yansıtabildiğimiz dünya tablosu, hiç şüphe yok ki, bütün insanlık için epey çetin meydan okumalar ihtiva etmektedir. Neoliberalizm ideolojisi ile kol kola giren kapitalizmin yıkıcı etkilerini bu satırlara sığdırmak pek mümkün görünmemektedir. Sanat tarihçisi Jonathan Creary, “Akıbeti ölüm olmayan müşterek bir dünya, milyarderlerin olmadığı, barbarlıktan ya da insan-sonrasından başka bir geleceği olan, tarihin şeyleşmiş felâket kâbusları dışında biçimler aldığı bir dünya rüyası. Kapitalizmsiz bir gelecek hayallerinin, uyku düşleri gibi başlaması mümkün…” derken kapitalizmin insanlığın başına nasıl büyük bir bela olduğunu bir nebze olsun anlatmaktadır. 

Şimdi buraya kadar sunmaya çalıştığımız mevcut dünya manzarasına yönelik üretilen çözüm önerilerinden birkaç örnek verdikten sonra kendi görüşlerimizi de ekleyerek makalemizi sonlandıralım.
 

Muhtelif Çözüm Önerileri

Buraya kadar tasvirini yapmaya çalıştığımız mevcut dünya manzarasının kronik sorunları Müslümanlar dâhil tüm insanlığın ortak sorunlarıdır. Bu sorunları iyi niyetli bir küresel akıl ve iradenin kılavuzluğunda çözmek imkân dâhilinde görünse de asırların tortusunu ihtiva etmeleri sebebiyle bunun kolay olmadığını söylemek gerekecektir. Bugün gelinen noktada, temelde ekonomik çıkar, kazanç ve sömürü hedefleri üzerine kurgulanan küreselleşme ideolojisinin yeryüzü toplumları üzerindeki yıkıcı etkilerinin ortaya koyduğu tablonun fevkalâde kirlenmiş bir dünya manzarası olduğunu öncelikle ve özellikle vurgulanmalıdır. Mevcut kaynakların kontrolü için uzun zamandır birbiriyle amansız ve insafsız bir mücadele halinde olan küresel aktörlerin, kapitalist sermayedarların gayriinsani ve gayriahlâki mantığının bir ürünü olan bu kirlenme, son tahlilde, her türlü hassasiyet ve değerlerinden arınmış bir kapitalist toplum idealine fazla bir mesafenin kalmadığının habercisidir. Büyük teknolojik gelişmeler ve bilimsel buluşlar insanın yararına imiş gibi sunulsa da gerçekte insanlık adına kayıplar büyüktür. Toplumun kapitalizmin avantajlarından yoksun bırakıldığını söyleyen ünlü Fransız sosyolog Alain Touraine bu durumu şöyle tasvir eder: “Canlı, yaratıcı, çeşitli gerilim ve çatışmalardan geçen bu toplum neredeyse gerçek dışı hale geldi. Bizi hemen olmasını beklediğimiz dünyaya kapatan yalanlar ve sırlardan oluşan duman perdesi o kadar kalın ki. Bu dünyada insan olmak, istediği şey olamamak ve temel haklarını koruyamamak oldu artık.” (Touraine 2016: 35).      

Küreselleşme ve Din kitabının yazarı uluslararası hukuk uzmanı Richard Falk, “insani bir yeniden inşa” modelinin dünyanın karmaşıklığını ve istikrarsızlığını öteden beri körükleyen kölelik, sömürgecilik, ırk ayrımcılığı gibi pek çok kronik soruna çare olabileceği kanaatindedir. Ona göre, yirmi birinci asrın başlarında insanlığın alternatif bir gelecek için umut beslemesini temin edecek yegâne şey, “dini temelli bir ulus ötesi hareket” ihtimalinin varlığıdır. Bu ihtimal, beşeri var oluşu ve hayatın anlamını yeniden tesis etme potansiyeline sahip bir güç ve kaynak olarak insanlığın tek umududur. İnsanlık dramını görmezlikten gelen, insan haklarını ve insani dayanışmayı gerileten, kutuplaşmayı, ayrımcılığı besleyen ve de ahlâksız, vicdansız, gayriinsani bir teknolojik gelişmeyi baş tacı eden bir küreselleşme ideolojisine gem vurabilecek güç dindir. İnsani bir küresel yönetişimin dini temellerini ortaya koymak önemlidir. Zira dünyayı karıştıran ve istikrarsızlaştıran siyasetin ve piyasanın güçlerine meydan okuma kudreti yalnızca dinde vardır. Falk, bu dini meydan okumanın, “dünya halklarının demokrasi, hakkaniyet ve ayakta kalma yolundaki mücadelelerini, insan-merkezli fakat hâlâ aklın ve makinelerin idraki ötesinde mukaddesin ve gizemlerin geçerliliğinin bilincinde olan beşeri bir varlık tasavvuruyla kaynaştırmak” anlamı taşıdığı inancındadır. Netice olarak din, Falk’a göre, insanın kaybolmaya yüz tutan dayanışma ruhunu, silikleşen kimlik ve medeniyet bilincini, unutturulan ilim-akıl ve ruhaniyet eksenli uzlaşma kabiliyetini yeniden hatırlatmaya ve inşaya muktedirdir. İlaveten, toprakları, hakları ve özgürlükleri gasp edilen mazlumların da sesi olmaya aday tek seçenektir. (Falk 2003: 37-41).

İslam dünyasını meşgul eden belli başlı sorunlara çözüm arayan Faslı Taha Abdurrahman’a göre, hem İslam dünyası hem Batı için öncelikle halledilmesi gereken bir ahlâk problemi vardır. Söz konusu olan küresel bir ahlâki çöküştür. İslam dünyası Batı modernliğini süzgeçten geçirmeden taklit ederken kendi bünyesinde büyük bir tahribata yol açmıştır. Ahlâken fazlasıyla iğreti olan Batılı modernitenin zihinler üzerindeki etkisinin çok derin olduğunu söyleyen Abdurrahman, yüzeysel ahlâkın bir işe yaramayacağına inanır. Esasen ahlâk moderniteden çok daha güçlüdür ve ondaki sıkıntıları giderebilecek kapasitededir. Bu ancak ahlâkın hayatın ve insanın derinlerine dalan bir ahlâk olması ile mümkündür. (Abdurrahman 2021: 39). Abdurrahman tekno-bilimsel dünya düzeninin ahlâken güçlendirilmesi gerektiğini vurgular. Aksi takdirde bu düzen ezen, sindiren, tahakküm kuran güce fırsat ve imkânlarla dolu olacaktır. Bu güç ilk etapta teorik imkânları ve ameli yetenekleri ele geçirmek için harekete geçecektir. Bu gerçekleştiğinde ise kendisini efendi olarak tesis edecektir. Bunun faturası ise, insanlığın bozulması, helâke doğru sürüklenmesi olacaktır. Ahlâksız tekno-bilimsel düzene, onu efendilik taslayan tavırdan kâinatın efendisini tanıyan tavra götürecek bir bilim ve teknoloji adabını aşılamak zorunludur. İnsanlığın kronik sorunlarını çözmenin yolu buradan geçmektedir. (Abdurrahman 2021: 168-76). İnsan hayatını aziz bilecek, onun halifelik sıfatını koruyacak, Yüce Yaratıcı’yı tanıyacak, bütün yeryüzü milletlerinin farklı görenek ve kültürlerine saygı duyacak tarzda teori üreten ve eylemde bulunan bir tekno-bilimsel düzeni inşa için insani-vicdani irfanla donatılmış bu ahlâk mutlaka gereklidir. (Abdurrahman 2021: 177-80). Diğer taraftan Abdurrahman, Arap dünyasındaki taklitçilerin modernliği hayali ve kutsal bir şey olarak algıladıklarını ve Batı modernleşmesini olduğu gibi taklide yeltendiklerini ifade eder. Mukallit yani taklitçi modernlik sorunları çözmemiştir, yapılması gereken şey, zamansal modernliğin darlığından sıyrılıp “değerler modernliğinin” genişliğine geçmektir. Ona göre, İslami modernlik üç esas üzerine bina edilmelidir: rüşd, eleştiri ve kapsamlılık. Bu özgün modernlik kaynağını dışardan değil kendi alanından alacaktır ve kaçınılmaz olarak Batılı kabullerle çelişecektir. Ancak bu modernlik akılla dini, dinle siyaseti buluşturan bir modernlik olacaktır. Bu modernlik, Müslümanın kendi adına yeniyi ürettiği ve üretken kıldığı yaratıcı bir modernliktir. Bu modernlik insanı değerli kılan, aklın sınırlarını genişleten ve ahlâkı kökleştiren modernlik olmalıdır. Neticede Abdurrahman, kendi tarihsel şartlarından, kendi toplumunun ihtiyaçlarından, değişim/dönüşümlerinden, iç dinamiklerinden doğan Batılı modernliğini olduğu gibi kopya etmenin İslam dünyasının da modernleşmesi demek olmayacağını ve sorunlarını çözmeyeceğini özellikle vurgular. (Abdurrahman 2020: 75-85). Abdurrahman, tarihin sert ve hızlı akıntısında vahşi kapitalizmin modernleşme süreçleriyle kendi asli kültüründen ve kimliğinden uzak kıyılara sürüklenen Müslüman bilinci yeniden kendi saf, otantik, insani köklerine geri çağırır. Ona göre, Müslümanın ahlâk ile bilgiyi, ameli, imanı ve siyaseti buluşturma zorunluluğu vardır, bunu yapmadan ne kendi kendisinin ne de dünyanın kronik sorunlarına çözüm sunma şansı vardır.
 

Sonuç

Samir Amin, “Coca Cola” şişesinde sembolleşen sahte Batılılaşma ile haysiyetleri inkâr edilen tüm uluslara kendi iç dinamiklerine dönmeleri çağrısı yapar. Amin, kapitalist küreselleşme kapanına kısılan bu ulusların kendi geleceklerini suni ve yüzeysel adaptasyonlarla yapmalarının imkânsız olduğu uyarısını yapar. (Dembélé 2019: 103). Bu, Abdurrahman’ın taklitten vazgeçme dediği şeydir. Makinenin yükselişe insanın düşüşe geçtiği çağımızda otomatizmi mükemmel kılma adına insanın şahsiyetini ezme, emeğini sömürme; gündelik hayatın insani süreçlerini tahrip etme eylemlerini durdurmak ancak yerel ve küresel ölçekli bir bilinçlenme yardımıyla ahlâki donmanın buzlarını çözmekle mümkün görünmektedir. İnsanı ve çevresini her türlü iyilikten arındırma çabasında kusursuzca ilerleyen kapitalist uygarlık yoluna çıkan insani ve vicdani unsurları yok ederken gezegeni toplu bir çöküşe doğru götürmektedir. Adına yeni dünya düzeni dediği sömürü sisteminde bir taraftan insanın fıtri dokusunu bozarken bir taraftan da yeryüzündeki insan varlığının sona ermesi demek olan bir küresel yıkımı gerçekleştirecek enstrümanları yığmaya devam etmektedir. Bugün, ilerlemenin kapitalist yayılmacılık amaçlı bir mit olduğu ve bunu gerçekleştirme sadedinde her yerde sosyal ve iktisadi yapıları çökertmek, kültürleri çözmek, değerleri buharlaştırmak için kurgulandığı fikri giderek daha fazla taraftar bulmaktadır. İlerleme miti yeryüzü toplumlarının ezici çoğunluğu için bir yıkım projesi anlamı taşımaktadır. Bilimde, teknikte ve teknolojide kaydedilen inanılmaz başarı ve kazanımların insani ve vicdani değerleri günbegün eriten bir kâbusa dönüşmesi insanlık adına büyük bir talihsizliktir. Bu talihsizliğin makûs kadere dönüşmemesi önemlidir. Gezegenin tekrar istikrar ve dengeye kavuşması, yeryüzü insanlığının huzur, barış ve sükûna kavuşması insani dengenin yeniden tesisi ile mümkün gözükmektedir. Bunun için acilen insanlığın için ortak aklıselimini ve vicdanını harekete geçirmek mutlak surette elzemdir. Bu denge kurulamadığı takdirde azgın kapitalist sermaye yeryüzünde talan ve bozgunculuğa devam edecektir. İçinde bulunduğumuz an itibariyle, Müslümanların sergilediği acziyet ve bozgun hali ahlâksızlık, esaret, sömürü ve zulmün kol gezdiği, sahte putların, firavunların ve tanrıların cirit attığı bir dünyada sömürü, talan ve istismar odaklarına geniş alan ve bırakmakta, fırsatlar tanımaktadır. O halde, ancak bir kısmını yansıtabildiğimiz kaotik dünya manzarasını tersine çevirmek için öncelikle insani dengeyi kurmak şarttır. Bunun için işe nereden başlamak gerektiği sorulursa, cevabım açık ve nettir: Müslümanın ortak aklıselimini ve vicdanını harekete geçirip insani dengesini kurmak. Ve elbette, bilgi, teknik, teknoloji ve sermayeye Müslüman vicdanı ve ahlâkı ile hükmedecek güce erişmek. Yoksa materyalist Batılı zihniyetin elinde insanlığın işleri kesat.
 

KAYNAKÇA

ABDURRAHMAN, Taha, (2020), Bilgi Ahlâktan Ayrıldığında, Çev. Abdi Keskinsoy, İstanbul: Pınar Yay.

ABDURRAHMAN, Taha, (2021), Ahlak Sorunsalı, Çev. Tahir Uluç, İstanbul: Pınar Yay.  

BALOĞLU, Adnan Bülent, (2021), Son Hurafe: Deizm, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.

CRITCHLEY, Simon, (2013), İmansızların İmanı: Siyasal Teoloji Deneyleri, Çev. Erkal Ünal, İstanbul: Metis Yay.

DAĞ, Ahmet, (2020), İnsansız Dünya: Transhümanizm, İstanbul: Ketebe Yay.

DEMBÉLÉ, Dembe Moussa, (2019), Samir Amin Anlatıyor, Çev. Fikret Başkaya, İstanbul: Yordam Kitap.

EAGLETON, Terry, (2021), Akıl, İnanç ve Devrim, Çev. Akın Emre Pilgir, İstanbul: Tellekt Yay.

FALK, Richard, (2003), Küreselleşme ve Din, Çev. Hasan Tuncay Başoğlu, İstanbul: Küre Yay.

NEOCLEOUS, Mark, (2016), Evrensel Hasım, Çev. Beyza Sümer Aydaş, İstanbul: Notabene Yay.

SLOBODİAN, Quinn, (2020), Küreselciler: İmparatorluğun Sonu ve Neoliberalizmin Doğuşu, Çev. Ahmet Fethi Yıldırım, İstanbul: Vakıfbank Kültür Yay.

TOURAINE, Alain, (2016), Krizden Sonra, Çev. Olcay Kunal, İstanbul: Yapı Kredi Yay.

YILDIRIM, Ercan, (2020), Dünya Sisteminin Doğası, İstanbul: Ketebe Yay.   


* Prof. Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi.