Modernite’nin Getirdikleri: Dünyevileşme, Riskler, Ruh Sağlığı ve Din

 

Talip Küçükcan*
 

Sanayileşme, modernleşme ve şehirleşme bireysel ve toplumsal hayatın şekil almasında, geleneksel kurumlar ve sosyal yapının işleyişinde bir dizi köklü yenilik ve değişikliklere yol açtı. Yaşanan kapsamlı dönüşümler hayatı kolaylaştırdı ancak bir o kadar da yeni ve beklenmedik sorun ve bunalımları beraberinde getirdi. Refah düzeyinin artması, eğitim, bilim ve teknolojinin gelişmesi insanlığa sunulan sağlık, ulaşım, konut, güvenlik ve iletişim hizmetlerini nicelik ve nitelik olarak çeşitlendirdi, zenginleştirdi ve iyileştirdi. Bütün bu olumlu gelişmeler insanlık tarihinde sürekli doğrusal bir ilerleme olarak yorumlandı ve olumlandı. Medeniyetin üzerinde yükseldiği bilim ve teknoloji elbette bir yandan üretim ve zenginliğin artmasına, tıp ve sağlık alanında yeni ilaç ve tedavi yöntemlerinin bulunmasına, doğal afetlerle daha etkin mücadele edilmesine, daha süratli ve güvenli seyahat edilmesine, daha konforlu konutlarda yaşanmasına katkıda bulundu. Modernleşme diye tanımlayabileceğimiz bir dizi dönüşümün ürettiği araç ve kurumlar sürekli ilerleme olarak kodlandı ve bunlar post-endüstriyel dönemde ortalama insan ömrünün uzamasına da yol açtı.

Uygarlık tarihinde ilerleme ve gelişme olarak kayıtlara geçen yenilikler ve dönüşümler yeni imkanlar kadar insanlığın önceki dönemlerinde karşılaşmadığı sorunlara da kaynaklık etti. Sanayileşme, modernleşme ve kentleşme ile bunlara eşlik eden süreçlerin ortaya çıkardığı kazanımlar hakkında büyük bir beğeni ve hayranlık ile değerlendirmeler yapıldı ve bu övgü bazı eleştirilere rağmen hala yaygın olarak devam ediyor. Diğer yandan, yukarıda zikredilen bu süreçlerin uzun vadede insanı geleneksel hayattan kopardığı, köklerinden uzaklaştırdığı, onu kendisine, ailesine ve içinde yaşadığı topluma yabancılaştırdığı, sosyal dokuyu hırpaladığı, inanç ve din gibi manevi aidiyet ve bağları zayıflattığı da somut birer gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

Uygarlığın akıl, bilim, teknoloji ve yenilik gibi temeller üzerinde yükseldiği kabulünden hareketle insanlık bütün yatırımlarını bu alanlara yapmaya yöneldi. Yapılan yatırımlar meyve verdikçe yani gelir düzeyi, zenginlik, refah, yaşam kalitesi, eğitim, sağlık ve bakım imkanları arttıkça bireyler, şirketler ve devletlerin iştahı kabararak büyüdü. Bu süreç tahmin edilemeyen, öngörülemeyen ve beklenmeyen belki de çıkarlar uğruna görmezden gelinen ve uzunca bir süredir ihmal edilen sonuçlar doğurdu. Bu süreçte insanın ruh ve beden sağlığını olumsuz yönde etkileyecek başlıca üç gelişmenin, bir başka ifade ile bir dizi çarpıklık ve çözülmenin farkına varılması uzun zaman aldı.
 

Modernleşme, Çevre ve Doğa İlişkilerde Dönüşüm

Bu gelişmelerden birincisi insanın çevre, doğa ve yaşadığı alanla ilişkilerinde yaşandı. İnsanlığın avcı ve toplayıcı topluluklardan yerleşik hayata geçtiği, ekonomiyi ana hatları itibariyle tarımsal üretim ve hayvancılığın oluşturduğu dönemde insanın çevre ile ilişkisi doğal ve çevreye duyarlı ve onu koruyucu idi. Çevre ile kurulan doğal ilişki aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da beraberinde getiriyordu zira tarım toplumunda üretim ve ürün değişimi karşılıklı dayanışmayı ve birbirine bağımlılığı da beraberinde getirmişti. Bu dönemde insanların ihtiyaçları ve imkanları elbette daha sınırlı ve konforu daha azdı ancak doğa ile içe sürdürdüğü hayatın onları güçlendirdiği ve sadeliğin toplumsal ruh ve beden sağlığını bugünkü kadar tehdit eden boyutları olmadığını söylemek mümkündür. Ne var ki endüstri devrimi ile başlayan sanayileşme, taşradan göç ve kentleşme ile bu süreçlere eşlik eden bilim ve teknolojideki göz kamaştıran gelişmeler baş edilmesi gereken yeni riskler ortaya çıkardı.

Modernleşme olarak adlandırılan dönüşümler siyaset, ekonomi, eğitim, kültür ve din gibi temel kurumlarda geniş kapsamlı yenilikler ve değişimler yaşanmasına yol açtı. Modernleşme insanın çevre ile olan ilişkisini alt üst etti, ürettiği teknoloji konforu artırdı ancak onu doğal hayattan yavaş yavaş soyutladı ve dizginlenemeyen tüketim iştahı küresel ısınmadan tutun da çevre kirliliği, kuraklık, bazı canlı türlerinin neslinin tükenmesi, nükleer sızıntı ve patlama riskleri gibi bir dizi insan ürünü riskler üretti. Deprem, volkan, sel ve toprak kayması gibi doğal afetlere ilaveten insanlık Ulrich Beck’in (1992, 1999, 2008) kavramsallaştırdığı şekliyle kendi ürettiği risklere baş başa kaldı. Ona göre ulusal ve bölgesel bazda biçimlenen risk toplumu, sınırları aşan ölçeğin genişlemesi ile küresel risk toplumuna dönüştü. İnsanın değer dünyasından tedrici biçimde uzaklaşması, bireysel hayatta benmerkezciliğin, siyaset yapımında ise önceliğin belirli bir sınıf, toplum ve ülkenin çıkarlarına odaklanması değer, ahlak, sorumluluk, diğerkâmlık, inanç ve maneviyat dünyasının zayıflamasına ve içinin boşalmasına yol açtı.
 

Başa Çıkma Kaynaklarının Yetersizliği

İnsanın ve toplumun ruh ve beden sağlığını olumsuz etkileyen ikinci gelişme birey, grup, cemaat ve toplumun karşılaştığı sorun ve krizlerle başa çıkmasındaki kaynak ve mekanizmaların yetersiz kalmaya başlamasıdır. Doğal afetler, krizler, salgınlar, savaş ve göçlerin etkileri ile başa çıkmada insanlık yüzyıllara dayalı deneyimler ve bilimsel keşiflerine dayalı yöntemler geliştirdi, kaynaklar oluşturdu; aile, grup, cemaat ve topluluk içi dayanışmaya dayalı sistem ve desteklerin yardımı ile ruhuna ve bedenine yönelik zararı minimize etmeyi öğrendi ve söz konusu süreçlerle göreceli de olsa mücadele edebildi. Ancak insanlığın doğa kaynaklı felaketlere karşı sığınak olarak gördüğü, kriz ve felaket anlarında müracaat ettiği, yüzyıllardır biriktirdiği başa çıkma sermayesi ve kaynakları yukarıda işaret edilen beşeri kaynaklı riskler ve felaketler karşısında yetersiz kalmaya başladı. Çünkü hem kriz ve felaketler çeşitlendi, hem de bunlarla başa çıkmayı kolaylaştıracak yapı ve değerler çözülmeye başladı. Sanayileşme, kentleşme ve modernleşme pek çok getirileri olmasına rağme insanın anlam dünyasını ve manevi başa çıkma kaynaklarını ihmal ederek derin bir boşluğun ortaya çıkmasına yol açtı. İnsan bir tükenmişlik sendromu ile karşı karşıda kaldı çünkü onu besleyen maveni ve toplumsal damarlar ve dallar büyük oranda kurutuldu.
 

Dünyevileşmenin Etkileri

İnsan ve toplumun ruh ve beden sağlığını olumsuz etkileyen üçüncü gelişme Avrupa’da modernleşme süreciyle başlayan ve dalga dalga dünyaya yayılarak etkisini hissettiren dünyevileşme (sekülarleşme) olgusudur. Her ne kadar tek tip modernlik ve modernite yerine çoklu modernlik ve modernitelerden söz edilse de Ronald F. Inglehart’ın da yenilerde yayınlanan “Religion’s Sudden Decline: What is causing it, and What comes next?” (2020) başlıklı kitabında verilerle gösterdiği gibi, her ülke ve toplumda etkisi hissedilen bir dünyevileşmenin yaşandığı somut bir gerçek. Modernleşmenin dünyevileştirici etkilerini en çarpıcı biçimde Avrupa ülkelerinde görmek mümkündür. Kitlesel olarak kurumsal dini yapılardan uzaklaşmanın yaşandığı Avrupa ülkelerinde, yeni dindarlık biçimleri ortaya çıkmış olmasına karşın dini inanç, değer, kurum ve pratiklerin insanların hayatında artık merkezi bir yere sahip olmadığı bütün bilimsel araştırmalarda ortaya çıkıyor. Bu gelişmeler din, inanç ve ibadetlerin, yani manevi değer ve pratiklerin birey ve grupların günlük hayatından hatırı sayılır oranda uzaklaştığına ve ortaya bir boşluğun çıktığına işaret ediyor. Pozitivist bilim anlayışı, dini ve manevi olanı çalışma ve araştırma konusu bile yapmadığı için dünyevileşmenin nasıl bir manevi boşluk meydana getirdiği, bu boşluğu insanların nelerle doldurmaya çalıştığı, dini ve manevi olanın yerine ikame edilen eğilim ve pratiklerin onu nereye sürüklediği konuları ile ilgilenmiyor.

Dini inanç, ibadet ve pratiklerin insana kazandırdığı başa çıkma, dayanma gücü ve manevi doyum modern bilimler ve bilhassa pozitivist psikolojinin ihmal ettiği, görmezden geldiği hatta varlığını bile inkar ettiği psikolojik mekanizma ve kaynaklardır. Dini inanç ve maneviyat başa çıkma ve şifa kaynağı olarak modern bilim ve tıbbın yöntemlerine alternatif değil ve böyle bir iddiası da bulunmamaktadır. Dini inanç, ibadet ve pratikler, inananlar arasındaki sosyalleşme, yardımlaşma ve dayanışma modern pozitivist bilim, tıp, psikiyatri ve psikolojinin doğrudan ilgi alanında olmadığı için bilimsel çalışmalarda ihmal edilen ancak yeri de doldurulamayan başa çıkma dayanak ve kaynaklarıdır.

Yukarıda da işaret edildiği üzere dünyevileşme insanı maneviyat alanından koparmış, onun iç dünyasını büyük oranda boşaltmıştır. Ancak bütün ilerleme ve gelişmelere, yani modernleşme basamaklarını hızla çıkmasına karşın insanın anlam arayışı bitmemiştir. Ruhsal ve fiziksel meydan okumalarla karşılaşan, yorulan ve bunalan insan, modern tıp, psikiyatri ve psikolojinin desteklerine ilave olarak bu disiplinlerin göstermediği başa çıkma yol ve yöntemlerine de yönelmektedir. Günümüzde sayıları yüzlerle ifade edilen yeni dini hareketlerin müntesip bulması, tasavvuf, mistisizm, yoga ve meditasyon gibi eğilimlere ve benzeri felsefi akımlara her yaş, cinsiyet, eğitim ve gelir düzeyinden bireylerin artan biçimde ilgi göstermesi modernite ve dünyevileşmenin yarattığı boşluğu yeniden doldurma çabası olarak yorumlanabilir.
 

Modern Psikoloji, Psikiyatri ve Din

Yukarıda özetlenen üç gelişmenin sonuçları açısından bakıldığında inanç, ibadet ve duanın psikolojik sorunlara şifa bulmaya ve ruh ve beden sağlığına kavuşmaya katkılarının ne olduğu ve bu anlamda ne tür potansiyeller taşıdığı önemli bir tartışma konusu olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern psikiyatri ve psikolojinin bütün direnmelerine karşın son yıllarda sayıları az da olsa bu sahalarda uzmanlaşan araştırmacı, hekim ve pratisyenlerin yaptıkları araştırmalar din ve ruh sağlığı konusunu gündeme taşımış, bu konulardaki yayınlarda göreceli de olsa artış gözlenmiştir.

Din ve ruh sağlığı ilişkisini gösteren son dönemlerdeki çok sayıda araştırma ve yayına rağmen pozitivizmin derin izlerini taşıyan modern psikiyatri ve psikolojinin din, inanç, ibadet ve duanın ruh sağlığına etkilerine hala hak ettiği önemi vermediği, terapi ve tedavi yöntemlerine bu unsurları dahil etme gereği duymadığı görülmektedir. Halbuki, bugün elimizde din ve ruh sağlığı ilişkisini gösteren, dini ve manevi unsurların iyileşme ve şifa sürecine olumlu katkısından dolayı tedavi süreçlerine eklenmesi ve dahil edilmesi gerektiğine işaret eden çok sayıda bilimsel araştırma ve yayın mevcuttur.

Sigmund Freud’un dini bir yanılma ve obsesyon olarak yorumlaması, etkileri günümüze kadar uzanan psikolog ve psikiyatristlerin dine bakış ve tutumlarını olumsuzlayan hegemon bir gelenek oluşturmuştur. 1980 ve 1990’larda yapılan araştırmalar bu etkiyi gözler önüne sermektedir. Bu yıllarda yapılan araştırmalara göre psikologların %57 ila %74’ü; psikiyatristlerin ise %24 ila %75’i Allah’ın varlığına inanmamaktadır. Londra hastanelerinde görevli 213 psikiyatrist ile yapılan bir araştırmada ise bu örneklemde yer alanların çoğunun bir dini aidiyeti olmadığı, %78’nin ayda birden az dini ayine katıldığı tespit edilmiştir. Öte yandan kadın psikiyatristlerin %39’nun Allah’ın varlığına inandığı, erkek psikiyatristlerin sadece %19’nun Allah’a inandığı görülmüştür. Bu oranlar genel toplum içindeki oranlardan çok daha düşüktür. Bu verilerden, ruh sağlığı uzman ve profesyonelleri ile onların hastaları arasındaki dini inanç farkının tedavi süreçlerini etkilediği, bir başka ifade ile dini ve manevi unsurlara yer verilmediği sonucu çıkarılabilir. (Koenig, 2005: 27) Ne var ki hastaların dini inançlarının kendileri için önemli olduğu ve onlar için bir anlam dünyası inşa ettiği gerçeğinin anlaşılması üzerine ABD’de bazı psikiyatri uzmanlık eğitimlerinde maneviyatın da müfredata dahil edildiği görülmektedir. Buna ilaveten 237 klinik psikolog ile yapılan bir araştırmada kendisini dini ve manevi değerlere yakın hisseden, Allah’ın varlığına veya bir kutsala inanan psikologlar (%66) arasında, kendi inançlarının sundukları danışmanlık hizmetlerinin içerik ve yöntemini etkilediğini ifade edenlerin oranının %72 gibi yüksek bir orana tekabül ettiği görülmektedir. (Koenig, 2005: 28)
 

Din ve Ruh Sağlığı İlişkisi

Dini inanç, ibadet, dua ve maneviyatın ruh ve beden sağlığını etkilediğini ifade etmiştik. Pekiyi bu nasıl ve ne kadar güçlü bir etkidir? Din, ruh sağlığı ve duygusal durumu olumlu mu yoksa olumsuz yönde mi etkilemektedir? Koenig (2005: 45-46) konuyla ilgili son zamanlarda yapılan 850 bilimsel çalışma ve yayını gözden geçirerek bu soruların cevabını aramıştır. Araştırmaların çoğunda krizler, bunalımlar, doğal afetler, sevdiklerinin ve yakınlarının kaybı gibi olaylar sonrasında Allah’a yönelme ve dua etmenin ortak bir davranış olduğu ve rahatlatıcı etkilerinin bulunduğu görülmüştür. Altmışı aşkın araştırmada ise diyabet, böbrek nakli, kanser, kalp yetmezliği, damar tıkanıklığı ve bypass ameliyatı, kalp nakli gibi hastalıklar ve bunların neden olduğu stresle başa çıkmada dinin etkileri incelenmiştir ve olumlu etkilerinin olduğu tespit edilmiştir. Hefti de (2009) Koenig’i teyit eden sonuçlara ulaşmıştır.

Hemen hemen bütün bu çalışmalarda dine yönelmenin, söz konusu stresli ve zor durumlarla başa çıkmadaki etkisinin yüksek oranda olduğu ve olumlu yönde etkiler gösterdiği gözlenmiştir. 58 göğüs kanseri hastası üzerinde yapılan sistematik bir araştırmada hastaların %83’ü dinin hastalıkla başa çıkmada olumlu; %17’ise olumsuz rol oynadığını belirmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere dinin çoğunlukla ruh ve beden sağlığı üzerinde olumlu etkiler yaptığı, az da olsa duygular üzerinde olumsuz etkileri olduğunu ifade edenlerin bulunduğu da görülmektedir. Koenig (2005) değerlendirmeye aldığı yüzlerce araştırmanın bulgularına dayalı olarak dinin mutluluk, esenlik, tatmin, ümit, iyimserlik, hayatın mana ve amacı, hayatın kalitesi, affetme, takdir etme, fedakarlık, toplumsal destek gibi olumlu duygusal ve davranışsal etkilerinin yüksek olduğunu, buna karşın bazı araştırmalarda daha az oranda olmakla birlikte bir takım dini inançların nefret, önyargı, ayrımcılık yapmak, şiddet, dogmatik düşünce, mükemmeliyetçilik, bağımlılık gibi olumsuz etkileri olabileceğini göstermiştir.
 

Din, İnanç ve Beden Sağlığı

Araştırmalarda din ve maneviyatın sadece ruh sağlığı açısından değil fiziki ve beden sağlığı açısından da olumlu etkileri olduğu ortaya konulmakta, güçlü inanç ve aktif dini hayatın ölüm oranını azalttığı, hayatın kalitesini artırdığı, hastalıklarla başa çıkmada kişiye güç verdiği görülmektedir (Doug & Thoresen: 2005). Bilim insanları ayrıca pek çok araştırmada din ve maneviyatın kaliteli hayat ve uzun ömürle ilintili olduğuna dair güçlü istatistiki bulgular olduğunu, bağışıklık sistemi, hormonal faaliyetler ve kalp sağlığı gibi konularda olumlu etkilerinin olduğunu ifade etmektedirler (Rezende-Pinto, Curcio Schumann & Moreira-Almeida: 2019).

Din ve maneviyatın hastalık ve rahatsızlıklara karşı bireyi koruyucu etkileri de olduğu görülmektedir. Akıl ve ruh sağlığı üzerindeki olumlu etkilere ilaveten dini ibadetlere düzenli olarak katılan, mensubu bulunduğu sosyal/dini çevre ile iyi iletişim ve ilişkileri olanların beden sağlıkları da olumlu etkilerin izlerini göstermektedir. Bilhassa hayatın kalitesinin artması, sağlıklı bir hayat sürdürülmesi ve uzun ömürlülük söz konusu olduğunda din ve maneviyatın olumlu etkileri daha da belirgin gözlenmektedir. Bilhassa kan dolaşımı, yüksek tansiyon ve kalp hastalıkları ile yüksek kolestrol rahatsızlıklarında dini hayat ve maneviyatın anlamlı derecede olumlu fiziki etkilerinin olduğu ve hastanede yatılı tedavi riskini azalttığı tespit edilmiştir. (Saad, Daher & Medeiros: 2019)

Yukarıda işaret edilen bütün bu sonuçlar bize dini inanç, ibadet ve duanın ruh sağlığı açısından etkileri olduğunu ve bu nedenle de psikolog ve psikiyatristlerin teşhis ve tedavi süreçlerinde dini unsurlardan yararlanması, ruhsal ve fiziki şifa arayanlara manevi kaynakları da destekleyici ve tamamlayıcı reçete olacak sunmaları gerektiğine işaret etmektedir. Bu bağlamda doktorların dua, maneviyat ve enerji ile tedavi ve şifa kavramlarına yavaş yavaş olumlu bakmaya başladıkları görülmektedir. (Schlitz: 2011) Son yıllarda literatürde “maneviyata açıklık” kavramı kullanılmaktadır. Bu kavram din ve ruh sağlığı arasındaki ilişkiyi önemseyen ve psikiyatristlerin kendilerine tedavi için başvuranların inançlarına saygı göstermeleri gerektiğine, terapi ve tedavi süreçlerinde manevi boyutu göz ardı etmemelerinin yararlarına odaklanmaktadır. (Damiano, Peres & Sena: 2019). Hastanın inanç ve manevi yönelimlerini dikkate alan, dini tercihlerine saygı duyan ve bunları tedavi ve terapi süreçlerine dahil edebilen hasta merkezli yaklaşımın iyileşme ve şifa bulmaya katkıda bulunduğuna dair bulgular da mevcuttur.
 

Psikoterapi Eğitimi ve Maneviyat

Din, maneviyat, ruh ve beden sağlığı arasındaki etkilerin bilimsel kanıtlara dayanması ve istatistiki olarak anlamlı bulunması nedeniyle uzun süre ihmal edilen din ve maneviyat konusunun tıp, psikoterapi ve psikoloji eğitimine dahil edilmesi gündeme gelmiştir. Dünya Sağlık Örgütü, ABD Tıp Fakülteleri Birliği ve Amerika Doktorlar Koleji gibi önemli kurumlar maneviyatın klinik uygulamalara dahil edilmesi tavsiyesinde bulunmuştur. ABD ve İngiltere’de tıp fakültelerinin çoğu maneviyat ve sağlık konularını müfredatlarına almıştır. Bu eğitimi alan öğrenciler ve veren öğretim üyeleri dinin klinik uygulamalarda önemli olduğunu ifade etmektedir.

Diğer yandan bazı araştırmalar maneviyat ve sağlık dersleri veya stratejilerinin birleştirilmesinin ümit verici sonuçlar doğuracağına işaret etmektedir. (Lucchetti, Gonçalves, Ferreira, Daher & Lucchetti: 2019) Cohen’in (2004) deyimiyle hegemonik bakış ve yöntemin bütün itiraz ve dirençlerine rağmen ruh sağlığı ile ilgili çalışma, teşhis ve tedavi anlayış ve gelenekleri arasındaki Berlin Duvarı yıkılmaya başlamış, tamamlayıcı yöntemlere de olumlu bakan daha çoğulcu bir kuramsal ve uygulama çerçevesi oluşmuştur. Ayrıca yeri gelmişken Pargament’in (2007) ifade ettiği bir gerçeği tekrar hatırlatmakta yarar var. Hastalar terapi odasına girdiklerinde maneviyatı, yani dini ve spiritüel duygularını geride bırakmıyor, onlardan soyutlanmış olarak terapistin karşısına gelmiyor. Dini ve manevi inançlarını, duygularını, değerlerini ve deneyimlerini de kendisi ile beraber terapi odasına taşıyor. Bu gerçeklik psikiyatristlerin terapide maneviyatı da göz önünde bulundurmasını ve sürece dahil etmesi gerektiğine işaret ediyor.

Batı ülkelerinde din ve ruh sağlığı ilişkisi üzerine yapılan araştırma ve yayınların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bunun nedenleri arasında bilim anlayışındaki paradigma değişimleri, daha çoğulcu ve açık bilim anlayışının gelişmesi, dünyevileşmenin sonuçları ve gittikçe artan risklerle yüzleşen insanların maneviyat ve anlam arayışı içine girmeleri, psikolog ve psikiyatristlerin din, inanç ve ibadetin ruh sağlığı üzerindeki etkilerine ilgi duymalarına neden oldu. Ayrıca pozitifist bilim anlayışının inşa ettiği hegemonik teşhiş ve tedavi yöntemlerinin sorgulanmaya başlanması, bunlara ek olarak tamamlayıcı unsurlara, yöntem ve kaynaklara duyulan ihtiyaç inanç, ibadet ve duanın ruh ve beden sağlığı üzerindeki etkilerini uygulayıcıların gündemine taşımıştır. İslam ülkelerinin çoğunda da psikiyatri, psikoloji, ruh sağlığı çalışmaları, teşhis ve tedavi yöntemleri büyük oranda Batı’dan etkilenmiştir. Bu nedenle psikiyatri ve psikoloji eğitimlerindeki müfredat ana ekseni itibariyle pozitivist içerikli şekillenmiş, din ve inanç büyük oranda dışarıda bırakılmıştır.
 

İslam, Psikoloji ve Psikiyatri

İslam geleneği ve mirasında ruhsal rahatsızlıkların, bunalım ve çatışmaların teşhis ve tedavisine yönelik ciddi bir kavramsal potansiyel söz konusudur. Ancak 2006 ve 2015 yılları arasında yayımlanan İslam, psikoloji ve psikiyatri konulu çalışma ve yayınlara bakıldığında bunların büyük çoğunluğunun Batı’daki psikoloji ve psikiyatri paradigması etkisinde şekillendiği görülmektedir. Aynı konularla ilgili 40 yıllık araştırma, rapor ve yayınların içerik, yöntem, kuram ve bulgularının değerlendirilmesi sonucunda da Batı paradigması etkisi gözlenmiş ancak İslami bir psikolojinin imkanlarına da işaret edilmiştir. Her iki değerlendirme de Müslüman psikolog ve psikiyatristlerin hegemonik Batı paradigmasına hapsolmadan İslami kaynaklar üzerinden bir bakış açısı ve yaklaşım biçimi geliştirmek için çaba sarf etmeleri ihtiyacı görülüyor. (Keshavarzi, Khan, Ali ve Awaad: 2021)

Bu bağlamda genel olarak “Bilginin İslamileştirilmesi” adı verilen ve bilhassa sosyal bilimleri İslami kaynaklara ve birikime referansla, bir başka ifade ile İslami epistemoloji ile inşa çabaları olmuş ancak bu proje henüz özgün bir model ortaya koyamamıştır. Ayrıca Malik Badri (1973) gibi bazı müslüman düşünür ve bilim insanları İslami bir psikolojinin imkanlarını araştırmış ve dini unsurların psikoloji eğitimi ve danışmanlığına dahil edilmesi gerektiğini ifade ederek farklı bir söylem oluşturmaya çalışmıştır. Bu çabalar günümüzde de devam etmektedir. Örneğin bilginin evrensel olduğu ve nerede ve kim tarafından üretildiğine bakılmaksızın ondan yararlanılabileceğini ifade eden “İlim müslümanın yitiğidir, nerede bulursa alır” hadisinden de ilham alan Keshavarzi ve Ali (2021) İslamla Bütünleşik Geleneksel Psikoterapi (Traditional Islamically Integrated Psychotherapy) adını verdikleri klinik uygulaması da olan bir psikoterapi modeli geliştirmeye çalışmışlardır. Bu model deneysel bilgi, vahyi bilgi ve akli bilgi epistemolojisi sacayağı üzerine bina edilmiş ve yer yer tasavvuf literatüründen de yararlanmıştır. Vasegh (2009) terapi ve şifa arayışındaki müslümanlar söz konusu olduğunda psikiyatristlerin onlara başvuran hastaların inançları hakkında bilgi sahibi olmaları gerektiğini aksi takdirde bilgisizlik veya ihmalin isabetsiz teşhis ve tedaviye yol açabileceğini ifade etmektedir. Vasegh mevcut terapi içerik ve yöntemlerinin maneviyatı da içerecek biçimde eklektik olması gerektiğini savunmaktadır.

Koenig ve Al Shohaib de (2004) şimdiye kadar müslümanlar ve sağlık konusunda yayınlanan en kapsamlı kitaplarında, farklı İslam ülkelerinde yapılan araştırmalara atıfla müslümanların karşılaştıkları pek çok ruhsal ve psikolojik sorunla başa çıkma başta olmak üzere dini inanç, dua ve ibadetlerin olumlu etkilerini hissettiklerini örnekleri ile göstermişlerdir. Bu bulgular da dünyevileşmenin nispeten daha düşük düzeyde seyrettiği İslam ülkelerinde psikiyatrist ve klinik psikologların dini ve manevi unsurları terapi süreçlerine dahil etmesi gerektiğine işaret etmektedir.
 

Din ve maneviyat şifa kaynağı mı?

Modernitenin ürettiği riskler, krizler ve bunalımları tecrübe eden toplumlarda ibadet, dua ve maneviyatın ruh ve beden sağlığını nasıl etkilediği, bir başka ifade ile manevi değer ve deneyimlerin ruhsal bunalımlara, psikolojik sorunlar ve bazı bedensel rahatsızların iyileşmesine katkıda bulunup bulunmadığı ve maneviyatın bir şifa kaynağı olup olamayacağı sorularına gelince şunları söylemek mümkün. Bilimsel araştırmalar ve deneysel çalışmalara göre din, inanç, iman, dua, ibadet ve maneviyat terapide süreçlerinde çözümün bir parçası olabilir.

Stres, bunalım, iç çatışmalar, hastalıklar, doğal ve insani felaketler ve kayıplar karşısında din ve inanç, maneviyata önem veren insanlar için önemli bir güç, başa çıkma, moral ve şifa kaynağıdır. Pargament’in de (2007) iddia ettiği gibi modern psikoloji ve psikoterapinin sunduğu tedavi/terapi yöntemi ve şifa reçetesi yeterli değildir. Bu nedenle pozitivist bilim anlayışının dayatmalarına karşın maneviyat psikoterapiden ayrılamaz. Öte yandan gizli-saklı dini örgütler, dini inançları araçsallaştıran yapılanma ve onların kanaat önderleri, radikal ve aşırı din yorumları geçmişte ve günümüzde bazı örneklerde de görüldüğü üzere ruh ve beden sağlığı açısından çözümün değil tam tersine problemin kaynağı olabilmektedir.

 

Kaynakça

Badri, M. (1973). The Dilemma of Muslim Psychologists, London: MWH. London Publishers

Beck, U. (1992). Risk Society: Towards a New Modernity, London: Sage Publications

Beck, U. (1999), World Risk Society, Cambridge: Polity Press

Beck, U. (2008). World at Risk, Cambridge: Polity Press

Cohen, M. H. (2006). Healing at the Borderland of Medicine and Religion, Chapel Hill, The University of North Carolina Press

Damiano, R. F. , Peres, M.F. P & Sena, M. A. B. ( 2019) “Conceptualizing Spirituality and Religiousness” in Spirituality, Religiousness and Health: From Research to Clinical Practice, (Eds.) Giancarlo Lucchetti, Mario Fernando Prieto Peres & Rodolfo Furlan Damiano, Springer International Publishing, sh. 3-11.

Doug, O. & Thoresen, C. E. (2005)  “Do Religion and Spirituality Influence Health?” in Handbook of the Psychology of Religion and Spirituality, (Eds.) Raymond F. Paloutzıan

 & Crystal L. Park, New York: The Guilford Press, sh 435-459

Hefti, R. (2009). “Integrating Spiritual Issues into Therapy” in Religion and Spirituality in Psychiatry, (Eds.) Philippe Huguelet & Harold G. Koenig, Cambridge: Cambridge University Press, sh. 244-267.

Inglehart, Ronald F.  (2020) “Religion’s Sudden Decline: What is causing it, and What comes next?”, Oxford: Oxford University Press

Keshavarzi, H., Khan, F. Ali, B ve Awaad, R. (2021). “Editors’ Introduction” in Applying Islamic Principles to Clinical Mental Health Care: Introducing Traditional Islamically Integrated Psychotherapy, (eds.) Hooman Keshavarzi, Fahad Khan, Bilal Ali, and Rania Awaad, London: Routledge, sh. 1-10.

Keshavarzi, H. ve Ali, B (2021) “Foundations of Traditional Islamically Integrated Psychotherapy (TIIP)” in Applying Islamic Principles to Clinical Mental Health Care: Introducing Traditional Islamically Integrated Psychotherapy, (eds.) Hooman Keshavarzi, Fahad Khan, Bilal Ali, and Rania Awaad, London: Routledge, sh. 13-37.

Koenig, H. G. (2005). Faith and Mental Heatlh: Religious Resources for Healing, West Conshohocken: Templeton Foundation Press.

Koenig, H.G & Al Shohaib, S. (2014). Health and Well-Being in Islamic Societies_ Background, Research, and Applications, Springer International Publishing Switzerland

Lucchetti, G., Gonçalves,L.M., Ferreira,A.G: C.,  Jorge Cecilio Daher, J. C. & Lucchetti, A. L. G. (2019). “Incorporating and Teaching Spirituality into Medical Education: An Overview of the Field and Possible Educational Strategies” in Spirituality, Religiousness and Health: From Research to Clinical Practice, (Eds.) Giancarlo Lucchetti, Mario Fernando Prieto Peres ve Rodolfo Furlan Damiano, Springer International Publishing, sh. 249-265.

Pargament, K. I. (2007) Spiritually Integrated Psychotherapy: Understanding and Addressing the Sacred, New York: The Guilford Press.

Rezende-Pinto, A, Curcio Schumann, C. S. & Moreira-Almeida, A. (2019). “Spirituality, Religiousness and Mental Health: Scientific Evidence” in Spirituality, Religiousness and Health: From Research to Clinical Practice, (Eds.) Giancarlo Lucchetti, Mario Fernando Prieto Peres ve Rodolfo Furlan Damiano, Springer International Publishing, sh. 69-86.

Saad, M, Daher, J. C. & Medeiros, R. (2019). “Spirituality, Religiousness and Physical Health: Scientific Evidence” in Spirituality, Religiousness and Health: From Research to Clinical Practice, (Eds.) Giancarlo Lucchetti, Mario Fernando Prieto Peres ve Rodolfo Furlan Damiano, Springer International Publishing, sh. 87-100.

Schlitz, M. (2011). “Spirituality and health: Assessing the evidence” in Spiritual Healing: Scientific and Religious Perspectives, (Ed.) Fraser Watts, Cambridge: Cambridge University Press, sh.140-152.

Vasegh, S. (2009) “Psychiatric Treatments Involving Religion: Psychotherapy from an Islamic Perspective” in Religion and Spirituality in Psychiatry, (Eds.) Philippe Huguelet & Harold G. Koenig, Cambridge: Cambridge University Press, sh. 301-316.


*Prof. Dr., Marmara Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi