MAZLUMLUKTAN ZALİMLİĞE YAHUDİLER

*Cağfer KARADAŞ

Yahudilerin Göçleri, Sürgünleri ve Uğradıkları Zulümler

Yahudiler her ne kadar tarihlerini Hz. İbrahim’in Nemrud’un memleketinden Filistin’e göçüyle başlatırlarsa da Kur’an-ı Kerim’de bu reddedilip O’nun ne Yahudi ne Hristiyan olduğu, aksine Hanîf inancına sahip bir Müslüman olduğu vurgulanır. Benzer geçersiz iddialar Mekkeli müşrikler ve Hıristiyanlar tarafından da dile getirilmiştir(1).

Yahudilere göre Hz. İbrahim’in göçü Tanrı’nın Yahudilere yurt edinmesi için vadettiği toprakları belirlemek ve sahiplenmek içindir. Kur’an-ı Kerim’deki bilgiler ve tarihi kaynaklardaki veriler dikkate alındığında Hz. İbrahim’in Kudüs tarafına gelmesi gönüllü değil, Nemrut ve kavminin baskısı hatta öldürme teşebbüsü sonucu zorunlu bir göçtür. Ayrıca kıssalara bakıldığında hiçbir peygambere Yüce Allah’ın belli bir mekânı tahsis etmediği görülür. Kaldı ki birçok peygamber ya helakler sonucu ya da kavminin baskısıyla bulundukları yerleri terk etmişlerdir. Nitekim bütün peygamberlerin hayatında bir hicret bulunmaktadır. Diğer taraftan eğer Yüce Allah Hz. İbrahim’e bir yeri yurt olarak mekân kılmış olsaydı burası kesinlikte yeryüzünün ilk mabedi olarak yapılan Kâbe’nin bulunduğu yer Mekke olurdu. Çünkü oraya Kâbe’nin inşası Kur’an-ı Kerim’de geçtiği gibi Allah’ın emriyle gerçekleşmiş ve Hz. İbrahim orasının mübarek kılınması için dua etmiştir(2).

Yahudilerin anılmaya değer ilk göçleri Hz. Yakup zamanında Mısır’a gerçekleşmiştir. Hz. Yusuf Mısır’da vezir olduğunda bütün ailesini Mısır’a davet etmiş ve onları kendi konağında ağırlamıştır. Onların saygıyla kendisine teşekkür etmeleri üzerine Hz. Yusuf, babasına dönüp “Babacığım, işte küçükken gördüğüm rüyamın yorumu buydu” demiştir(3). Yahudilerin Mısır’a yerleşmesi bu şekilde gerçekleşmiş oldu. Kaynakların bildirdiğine ve Kur’an-ı Kerim’deki kıssadan anlaşıldığına göre o dönemin Firavunu Hz. Yusuf’un tevhit inancını kabul etmişti ve bu yüzden İsrailoğullarına iyi davranmıştı. Buna karşın Hz. Musa zamanındaki Mısır Firavununa kâhinlerin “bu sene İsrailoğulları içinde doğacak bir çocuk krallığına zarar verecek” demesi üzerine, yeni doğan Yahudi çocuklar toplanıp öldürülmeye başlanmıştı. Annesi kendisine gelen vahiy doğrultusunda doğduğunda onu bir sandığa koyup gizlice Nil nehrine bırakmış, nehirde sürüklenen sandık, firavunun sarayının kıyısına gelmiş ve kraliçe Asiye tarafından sahiplenilmiş ve hizmetçi olarak emzirmek üzere gelen annesine tekrar teslim edilmişti(4).
 

(1) Âl-i İmran 3/67.

 (2) bk. el-Bakara 2/124-131; Âl-i İmran 3/95-97.

 (3) Yûsuf 12/4-101.

 (4) bk. Tâhâ 20/37-40; el-Kasas 28/7-13.


Kırk yaşına kadar sarayda yetişen Hz. Musa, Firavun tarafından zulme uğrayan Yahudilere yakınlık duymaya ve onların problemleriyle ilgilenmeye başlamıştı. Bir gün bir Kıptî ile bir Yahudi’nin tartışmasına şahit oldu, Yahudi’nin yardım istemesi üzerine kavgayı ayırırken attığı tokatla Mısırlı öldü. İkinci gün aynı Yahudi’nin bir başkasıyla tartıştığını gördü, müdahalesi esnasında Mısırlı Kıptî, önceki olayı hatırlatarak “Dün bir Mısırlıyı öldürdüğün gibi bugün de beni mi öldüreceksin?” dedi. Bu olaylar üzerine firavun tarafından arandığını öğrenen Musa, derhal şehri terk ederek Filistin’e gitti.

Hz. Musa, Filistin’de yanına sığındığı zatın teklifi üzerine belli bir süre çobanlık yapmak karşılığında onun kızlarından biriyle evlendi. Belirlenen sürenin tamamlanmasının akabinde eşiyle birlikte Mısır’a doğru giderken Sina dağında bir ateş gördü, ne olduğunu anlamak için bakmaya gittiğinde Yüce Allah tarafından peygamberlikle görevlendirildi. Ardından kendisine asanın yılana dönüşmesi ile elinin parlak bir hal alması şeklinde iki mucize verildi. O, ayrıca kendisine destek olsun diye kardeşi Hz. Harun’u yardımcı istedi. Yüce Allah, onun dualarını kabul etti. Daha beşikte iken kendisine bahşettiği nimetleri hatırlatarak ve ilahî desteğin her zaman ve her yerde arkasında bulunduğunu vurgulayarak onu rahatlatıp cesaretlendirdi(5).

İki kardeş, Mısır’a varıp Firavunun huzuruna girdiklerinde Hz. Musa, kendisinin Allah’ın gönderdiği bir elçi olduğunu, O’nun varlığını ve birliğini kabul etmesini ve ayrıca zorla Mısır’da tutup çalıştırdığı ve zulmettiği Yahudileri serbest bırakmasını istedi. Firavunun “Ben en büyük Rabbim. Senin Rabbin de kim oluyor?” sorusuna Hz. Musa “O, hem senin hem benim hem de bütün kâinatın rabbidir” cevabını verdi. Bunun üzerine bir delil/mucize isteyen Firavuna Hz. Musa önce elindeki asanın yılana dönüşmesini, ardından da cebine sokup çıkardığı elinin gözü kamaştıran parlak bir nesneye dönmesini gösterdi. Şahit olduğu mucizeler karşısında son derece şaşkına dönen ve korkan Firavun, danışmanlarının “Bizim büyücüler de aynısını yapar” teklifi üzerine Mısır şehirlerindeki tüm büyücüleri getirtti ve büyük bir meydanda gösteri yaptırdı. Çünkü o dönem Mısır’daki din adamları aynı zamanda büyücü olduğu için Firavun Hz. Musa ve kardeşini de büyücü zannetmiş ve yanındaki danışmanlarının telkiniyle aralarında müsabaka yapılmasını istemişti. Yılana dönüşen Hz. Musa’nın asasının bütün büyü malzemelerini yutması üzerine kısa bir paniklemeden sonra büyücüler bunun bir mucize olduğu gerçeğini kavradılar ve hep birden tevhit inancını itiraf ve tasdik ettiler. Firavunun bütün tehditlerine rağmen de inançlarından vazgeçmediler(6).

Büyük bir hezimete uğrayan Firavun derhal danışmanlarını topladı, Yahudileri serbest bırakma sözünden caydı. Bunun üzerine Allah’ın emri ve izniyle kıtlık, çekirge talanı, sel ve sulara kan karışması şeklinde bir dizi belaya çarptırıldı. Bela ve musibetlerden bunalan Firavun, Hz. Musa’ya dua edip bu azaptan kendilerini kurtarması karşılığında Yahudileri serbest bırakacağına dair tekrar söz verdi, ancak yine sözünü tutmadı. Hz. Musa Yahudileri alıp Mısır’dan çıkarken Firavun büyük bir orduyla peşlerine düştü. Deniz kıyısına gelip deniz ile Firavunun askerleri arasında çaresiz kaldıkları sırada Allah’ın emriyle Hz. Musa asasını denize vurunca su iki yana çekildi, geniş bir yol açıldı, tüm Yahudiler karşı kıyıya sağ-salim ulaştılar. Aynı yoldan geçmeye kalkan Firavun ve ordusu suyun tekrar kapanması üzerine boğuldular(7).

Bu şekilde Mısır’dan çıkan Yahudilerin bundan sonraki hayatları göçler ve sürgünler şeklinde geçmiştir. Bu sürgünlerin birçoğu kendi hataları, isyanları ve ihanetleri yüzündendir. Sözgelimi ilk sürgünleri kendilerini Firavunun zulmünden kurtaran Hz. Musa ve Hz. Harun’a isyan ve ihanetleri yüzünden Allah’ın gazabına uğrayarak çölde yaşamaya mahkûm edilmeleridir(8). Nitekim Yahudi kaynaklarında da onların sürgünleri “Mısır Firavunun boyunduruğundan kurtarıp Mısır’dan çıkaran Tanrıları RAB’be karşı günah işledikleri için İsraillilerin başına bu sürgün geldi. Onlar Tanrıları RAB’be güvenmeyen ataları gibi inat ettiler…  değersiz putların peşinden gittiler, böylece kendi değerlerini de yitirdiler”(9) şeklinde anlatılır.

Bundan sonraki sürgünleri topraklarının işgali ve işgal güçlerine yönelik isyanları sonucu gerçekleşmiştir. Nitekim Yahudiler en güçlü dönemlerine Tâlût’un Câlût’u yenmesi ve ardından Hz. Davud’un kral olmasıyla ulaşmışlardır. Hz. Süleyman’ın hükümdarlığı zamanında da Kudüs’e inşa edilen mabet ile güçlü ve yerleşik bir konuma gelmişlerse de siyasi birliklerini sürdüremeyen Yahudileri, iç çekişmeler sonucu yıpranıp zayıflamışlardır. Sonuçta komşu krallık Asurluların M.Ö. 722 tarihinde ülkelerini işgal etmesiyle Asur’a sürülmüşlerdir(10). Bu onların birinci sürgünleridir. İkinci sürgün ise Bâbil Krallığına isyan etmeleri sonucu M.Ö. 586 tarihinde Buhtunnasır’ın Kudüs’ü işgal ederek Süleyman Mabedini yerle bir etmesiyle gerçekleşir(11).Romalılar zamanında Yahudilerin isyanı sonucu çıkan savaşta M.S. 70 yılında mabetleri askerler tarafından yakılmış, daha sonra yerine Roma Mabedi yapılmıştır. Bunu kabullenmeyen Yahudilerin isyanı üzerine Romalılar tarafından dünyanın çeşitli bölgelerine sürgüne gönderilmişlerdir. Bu sürgünle Kudüs topraklarına girmeleri yasaklanmıştır.  Bu yasak Hz. Ömer zamanında Kudüs’ün fethedilmesiyle birlikte Müslümanlar tarafından kaldırılmıştır.
 

(5) Tâhâ 20/25-47.

(6) el-A’râf 7/124; Tâhâ 20/71; eş-Şuarâ 26/49.

(7) Cağfer Karadaş, Hidayet Rehberi Peygamberler -Kur’an’da İsmi Geçen 25 Peygamber-, Bursa: Emin Yayınları, s. 95-100.

(8) el-Bakara 2/49-73; el-Mâide 5/20-26; el-A’raf 7/103-156; Yunus 10/75-93; Hud 11/96-102; el-Kehf 18/60-82; Tâhâ 20/9-98; el-Kasas 28/3-44; es-Saffât 37/114-122; el-Mü’min 40/23-46; ez-Zuhruf 43/46-56; ez-Zariyât 51/38-40.

(9) Kutsal Kitap, Eski Antlaşma, 2. Krallar 17/7, 14.

(10) Kutsal Kitap Eski Anlaşma 2. Krallar 17/1-33.

(11) Ballı, A. & Gökçe, A. F. (2021). Yahudi Göçleri ve Yahudi Kimliğinin Oluşumu. İletişim ve Diplomasi, 5, 57-80.


Sürgünler dışında Yahudiler kendilerini “tanrı katili” olarak niteleyen Hıristiyanlardan ciddi anlamda zulüm ve işkencelere maruz kalmışlardır. Bunların en meşhurları Endülüs’te Latinler tarafından kıyıma uğratılmaları ve sürgüne gönderilmeleridir. Onların bir kısmını Osmanlı sahiplenmiş, İstanbul ve Bursa gibi şehirlere yerleştirmiştir. Benzer zulümler Fransa, Polonya ve Çarlık Rusya’sında gerçekleşmiştir.

Bütün bunları aşan zulüm ve kıyım Naziler tarafından Almanya’da Holokost adıyla olandır. Altı milyon kadar Yahudi’nin Naziler tarafından zehirlenerek ve işkence edilerek kıyıma uğratıldığı tahmin edilmektedir. Almanların bu muamelesi Yahudilerin zihin ve inanç dünyasını o kadar etkilemiş ki, ünlü Yahudi psikiyatrist İrvin D. Yalom Almanya’dan kaçan babasına Tanrı’ya inanıp inanmadığını soruyor. Baba ona şöyle cevap veriyor: “Holokost’un ardından kim Tanrı’ya inanabilir ki?” Hâlbuki babası görünüşte Yahudi geleneklerine bağlı, ayinlere ve etkinliklere devam eden bir esnaftır(12). Yahudiler bu olayı çok fazla gündeme getirmişler ve bunun üzerinden hem bir mağduriyet edebiyatı oluşturmuşlar hem de Almanlara maddi ve manevi ciddi bir bedel ödetmişlerdir. Yine Yahudilerin girişimiyle BM’de 1948’de “Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme” kabul edilmiş ve 1951 yılında yürürlüğe girmiştir.  Tarihin cilvesi olsa gerek, bugün aynı sözleşme hükümlerinden Yahudilerin kendileri Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanmaktadır.

Yahudilerin İsyanları ve İhanetleri

Yahudilerin ilk isyanları denizi geçip Firavundan kurtulduktan sonra gördükleri bir kavmin putuna benzer kendilerine bir put yapmasını Hz. Musa’dan istemeleriyle başlamıştır. İlk ihanetleri ise Hz. Musa Yüce Allah ile Sina dağında görüşmeye gittiğinde Hz. Harun’un bütün uyarılarına rağmen Sâmirî’nin buzağı şeklinde yaptığı puta tapmış olmalarıdır. Tevrat’ta bu olay benzer şekilde anlatılmakla birlikte orada buzağı heykelini yapan Sâmirî değil, Hz. Harun olduğu iddia edilir(13). Bu da Tevrat’ın tahrifine bir örnektir. Hâlbuki Hz. Harun, Hz. Musa’nın kardeşi, yardımcısı ve puta tapmalarına engel olmaya çalışan bir peygamberdir. Hz. Peygamber zamanında onların bu ihanetleri gündeme gelmiş ve kendilerinin “Biz Tanrı’nın sevgili seçkin çocukları ve kullarıyız” diyerek cehennemde ancak buzağıya taptıkları süre olan kırk gün kadar kalacaklarını iddia etmişlerdir(14).

Sonraki süreçte onlar bu isyan ve ihanetlerini adeta alışkanlık haline getirmişler, Yüce Allah çölde kendilerini helva ve kuş etiyle beslemiş, her bir boy için bir çeşme ihsan etmiş ancak onlar Mısır’da olduğu gibi “sebze, kabak, mercimek, soğan sarımsak” bulacakları bir yurt istemişlerdir. Yurt gösterilip “Haydi savaşın” denildiğinde “Sen ve Rabbin gidin savaşın” diye yeni bir ihanet ve isyan örneği ortaya koymuşlardır. Bunun üzerin Allah’ın gazabına uğrayan Yahudiler kırk yıl çölde yurtsuz kalmaya mahkûm edilmişlerdir(15).
 

(12)  İrvin D. Yalom, Bir Psikiyatristin Anıları, trc. Elif Okan Gezmiş, İstanbul: Pegasus Yayınları 2017, s. 30-31.

(13) Kutsal Kitap, Eski Antlaşma, Mısır’dan Çıkış 32/1-35; ayr. bk. Mahmut Salihoğlu, “Samirî”, DİA, İstanbul 2009, XXXVI, 78-79.

(14) bk. el-Bakara 2/80; Âl-i İmrân 3/24; el-Mâide 5/18.

 (15) bk. el-Bakara 2/57-61; el-Mâide 5/24; el-A’râf 7/160-162.


Kur’an-ı Kerim’de zikredilen isyanlarının biri de cumartesi yasağını çiğnemeleridir. Onlara cumartesi balık tutmak yasak olduğu halde içlerinden bir grup bu yasağı çiğnemiş, ikinci grup onları uyarmış, üçüncü bir grup ise olaya “sessiz kalmanın daha iyi olacağını ve bu uyarının fayda etmeyeceğini” söyleyerek isyan eden birinci grup yerine uyaran ikinci gruba müdahale etmiştir(16). Gazze’deki olay karşısında Yahudilerin durumu bu kıssada anlatılan tabloya ciddi anlamda benzemektedir. Katliam yapan Yahudilerin yanında az da olsa uyaran ve karşı çıkan Yahudiler bulunmaktadır. Fakat sessizliği tercih eden ve bunun daha doğru olduğunu düşünenler de az değildir.

Öte yandan yukarıda sayılan sürgünlerin neredeyse tamamı hâkimiyeti altında girdikleri krallara ve devletlere Yahudilerin isyanları sonucu gerçekleşmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de onların bu isyanlarına ve cezalandırılmalarına kişi ve zaman gösterilmeksizin işaret edilmektedir(17).

Yahudilerin Hz. Zübeyr, Hz. Yahya ve Hz. İsa ile yaşadıkları ise isyanla ihanetin iç içe geçtiği olaylar zinciri olarak karşımıza çıkar. Hz. Meryem’in mucizevî olarak babasız çocuk doğurması üzerine Yahudilerin ilk şüphelendiği kişi Hz. Zekeriya olmuştur. Onu gayr-ı meşru ilişki içinde olmakla suçlamışlar, eziyet etmişler hatta öldürmüşlerdir. Onların öldürdükleri bir başka peygamber ise Hz. Zekeriya’nın oğlu ve Hıristiyan kaynaklarda Vaftizci Yahya diye geçen Hz. Yahya peygamberdir. Onların bu ihanet ve isyanları Kur’an’da “Yahudiler zillete, fakr-u zarûrete mahkûm oldular; Allah’ın gazabına uğradılar. Bu durum, Allah’ın âyetlerini inkâr etmelerinin ve haksız yere peygamberleri öldürmelerinin ve haddi aşmalarının sonucuydu”(18) diye bildirilir.

Hz. İsa’ya yönelik eziyet, işkence ve öldürme teşebbüsleri hem Kur’an-ı Kerim’de hem de İncillerde geçmektedir. Kur’an-ı Kerim’de onların Hz. İsa’ya ve annesi Hz. Meryem’e yönelik inkâr, iftira ve eziyetleri ile başarısız öldürme teşebbüsleri şöyle dile getirilir: “Bir de inkâr etmelerinden ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından; Allah elçisi Meryem oğlu Îsâ Mesîh’i öldürdük” demeleri yüzünden... Hâlbuki onu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler, aksine şüphe içine düşürüldüler. Onun hakkında ihtilâf edenler bu konuda tam bir kararsızlık içindedirler. Bu hususta zanna uyma dışında hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmemişlerdir. Bilâkis Allah onu kendine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir.(19)

İncillerde Yahudilerin Hz. İsa’yı Romanın Kudüs valisi Pilatus’a “Onu çarmıha ger, çarmıha ger! diye bağırarak nasıl zorla çarmıha gerdirip öldürttükleri, hatta çarmıhta diğer mahkumlarla birlikte ayaklarını kırdırttıkları ifade edilir. Bir ara vali Pilatus’un onu suçsuz bulup çarmıha germekten vazgeçmesi üzerine Yahudiler “Bu adamı salıverirsen Sezar’ın dostu değilsin” diye bağırarak, onu Sezar’a ihanet etmekle suçlamışlardır(20)

Bu olaydan hareketle Hıristiyan inancında Yahudiler “Tanrı katili” olarak yaftalanmıştır. Avrupa ve diğer Hıristiyan ülkelerde her türlü olumsuzluğun, uğursuzluğun, kötülüğün ve belanın Yahudilere bağlanmasının altında bu inanç yatmaktadır.

Yahudilerin bir başka isyan ve ihanetleri kendi kutsal kitaplarını tahrif etmiş olmalarıdır. Bu ihanetleri Kur’an-ı Kerim’de şu ifadelerle dile getirilir: “Allah’a verdikleri sözlerini bozdukları için onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirerek tahrif ediyorlar. Kendilerine bildirilenlerden (Tevrat) önemli bir kısmını da unuttular. İçlerinden pek azı hariç olmak üzere onlardan daima bir hainlik görürsün.”(21)“ Az bir kazanç ve çıkar elde etmek için kendi elleriyle yazıp da “işte bu Allah katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Yine yazıklar olsun iftira edip elleriyle yazanlara! Bir kez daha yazıklar olsun geçici az bir kazancın peşinde koşanlara!(22)
 

(16) el-A’râf 7/163-166.

(17) bk. el-İsrâ 17/4-6.

 (18) el-Bakara 2/61.

 (19) en-Nisâ 4/156-158

 (20) Matta 27/11-65; Markos, 15/1-47; Luka 23/1-56; Yuhanna 19/1-42.

 (21) el-Maide 5/13.

(22) el-Bakara 2/79.


İslam tarihinde Müslümanların Yahudilerle yüz yüze temasları Medine döneminde gerçekleşmiştir. Hz. Peygamber onlarla yaptığı Medine Sözleşmesiyle bir arada yaşama anlaşması imzalamış ve onlardan Müslümanlar aleyhine düşman unsurlara yardım etmeyecekleri sözünü almıştı. Ancak Yahudiler Hendek Savaşı sırasında Medine’yi kuşatan müşriklerle gizlice anlaşarak, alışkanlık haline getirdikleri gibi sözlerinden dönmüşler, sözleşme şartlarını çiğnemişler ve Müslümanlara ihanet etmişlerdir. Müşrik ordusunun bıkkınlık ve bezginlik sonucu kuşatmayı kaldırmasının akabinde Hz. Peygamber Yahudilere bu ihanetlerinin hesabını sormuştur. Benzer uygulama Hayber ve Fedek Yahudilerine yönelik de gerçekleşmiş, ancak onlar kendilerinin talebi üzerine sürgün edilmemişler yapılan anlaşma şartları çerçevesinde yerlerine kalmaya devam etmişlerdir. Hz. Ömer 20/641 yılında Ensar’dan Muzahhir b. Râfi‘i öldürdükleri ve kendi oğlu Abdullah’ı da uyurken damdan atıp iki elini kırdıkları için onları Suriye taraflarına sürgüne göndermiştir. Bundan sonraki süreçte Müslümanların mevzi ve münferit olaylar dışında Yahudilere yönelik toplu bir sürgün ve cezalandırma uygulaması olmamıştır. Müslümanların Yahudilere yönelik cezalandırmaları inanç ve ırklarıyla alakalı değil, tavır ve tutumları dolayısıyladır. Nitekim çoğu zaman Ehl-i Kitaba tanınan haklar kapsamında diğer müşrik topluluklardan daha fazla haklar onlara sağlanmıştır. Endülüs ve benzeri yerlerden sürgün edilen Yahudiler için Osmanlı toprağı adeta bir sığınak olmuştur(23).

Osmanlı devleti ve toplumunda Yahudiler inanç ve kökenleri hususunda olumsuz bir yaklaşıma maruz kalmamışlardır. Zaten devlet tüm gayr-i müslim tebaaya eşit muamelede bulunmuştur. Ancak XIX. yüzyılda özellikle Rusya’dan kaçan bazı Yahudilerin İngiliz himayesinde Filistin bölgesine yerleşmeleri bölgenin nüfus dengesini ve toplumsal düzeni bozmaya başlamıştır. Osmanlı bunun üzerine yeni bir politika geliştirerek Rusya ve Balkanlardan kaçan Yahudilere sığınma hakkı tanımış, ancak Filistin’e yerleşmelerine çekince koymuş hatta engelleme yoluna gitmiştir(24).

Osmanlı’nın onları Endülüs zulmünden kurtarmasına, İstanbul ve Bursa gibi en güzel şehirlere yerleştirmesine ve bütün iyi niyetine rağmen onlar kurdukları bankerlikler vasıtasıyla devlete zarar verdikleri gibi ellerindeki parasal imkânı kullanarak Osmanlı toprağını satın alma yoluyla Siyonist emellerini gerçekleştirme teşebbüsünde bulunmuşlardır. II. Abdulhamid Han’ın engellemeleri nedeniyle İsrail devletini gerçekleştiremeyen Siyonistler I. Dünya Harbi esnasında İngilizlerin Küdus’ü 1917 yılında işgal etmesiyle sömürgecilerle iş birliği yaparak bu emellerine kolayca ulaşmışlardır. Bundan sonra Siyonist Yahudilerin Filistin’de zulüm dönemi başlamıştır.
 

(23) bk. Adem Apak, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi I, İstanbul: Ensar Neşriyat 2020, s. 399-431; Muhammed Hamidullah, “Hayber”, DİA, İstanbul 1998, XVII, 20-22.

(24) bk. Gülnihal Bozkurt, “Osmanlı-Yahudi İlişkilerine Genel Bir Bakış”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1731382


Yahudilerin Zulümleri, Kıyımları ve Katliamları

Siyonist İsrail’in Filistinlilere yönelik şiddet ve katliamı neredeyse bir yüzyılı aşmıştır ve kesintisiz devam etmektedir. XX. yüzyılda dünya siyaseti küresel ve bölgesel ölçekte büyük değişimler geçirmiş, iki büyük savaş yaşanmış, bazı imparatorluklar ortadan kalkmış, rejimler yıkılmış, ülke sınırları değişmiş, teknolojide baş döndürücü gelişmeler olmuş, uzay çağı başlamış, Filistinlilere yönelik Siyonist İsrail’in toprak çalma, şiddet ve katliamı adeta yerleşik hale gelmişti.

Filistin halkının maruz kaldığı zulüm İsrail devleti henüz kurulmadan önce başlamıştı. Sürecin ilk safhalarında Filistinli yerliler ile bu topraklara göç eden Yahudiler arasında çatışmalar vuku bulmuş, İsrail devleti kurulduktan sonra ise bir devletin bir halka emperyalist güçleri de arkasına alarak var gücüyle uyguladığı orantısız şiddet, yıldırma, katliam ve sürgün durmaksızın devam etmişti.

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Filistin topraklarındaki Yahudilerin oranı yüzde 10 iken, bölge nüfus dağılımı ve dengesi kısa sürede organize bir şekilde değiştirilmiştir. Filistin’e Yahudi göçleri Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, henüz 1880’li yıllardan itibaren artmaya başlamıştır. Bu göç dalgalarına Siyonistler “yükselmek/yukarı çıkmak” anlamına gelen “Aliyah” adını vermişlerdir. 1882-1903 Birinci Aliyah, 1904-1914 İkinci Aliyah, 1919-1923 Üçüncü Aliyah, 1924-1928 Dördüncü Aliyah, 1929-1939 arası dönem ise Beşinci Aliyah olarak nitelendirilmiştir. Bu göçler sayesinde on binlerce Yahudi Filistin topraklara göç etmiş, II. Dünya Savaşı’nın ardından, 1948-1951 yılları arasında da Yahudi göçleri en yoğun seviyesine ulaşmıştır.

Göçle gelen Yahudiler Filistinli sivilleri yıldırmak, yerlerinden etmek, yurtlarından kaçırmak ve İsrail devletinin kuruluşuna zemin hazırlamak için 1920’de Haganah, 1931’de de Irgun Z’vai Leumi terör örgütlerini kurmuşlardır. Yahudilerle Filistinliler arasındaki çatışmalar bu süreçte başlamış, 1920 ile 1921’de çıkan olaylarda Yahudi ve Filistinlilerden çok sayıda ölen ve yaralananlar olmuştur. 1936’da başlayan olaylar ve grevler ise 1939’a kadar sürmüştür. 1946’ya gelindiğinde Irgun terör örgütü Kral Davut oteline çok büyük bir bombalı saldırı düzenlemiş, çoğu sivil olmak üzere farklı milletlerden 91 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu terör saldırısında ölenler 41 Arap, 28 İngiliz, 17 Yahudi, 2 Ermeni, 1 Rus, 1 Mısırlı ve 1 Yunanlı olarak kayıtlara geçmiştir.

Siyonist terörün önemli dönüm noktalarından biri Deyr Yasin katliamıdır. Avraham Stern’in lideri olduğu Lehi (Stern) ile Menahem Begin liderliğindeki Irgun örgütünün militanları tarafından 9 Nisan 1948 tarihinde Kudüs’ün batısında yer alan Deyr Yasin köyüne Palmah ve Haganah gibi diğer terör örgütlerinin de desteğiyle baskın düzenlenmiş, 254 sivil Filistinli hunharca katledilmiştir. Katliama uğrayanlar arasında çok sayıda çocuk ve 25 kadar da hamile kadın bulunmaktadır. Bu süreçte bazı kadınlara tecavüz edilmesi, hamile kadınların karınlarının yarılması ve insanların ağaçlara bağlanarak yakılması gibi hadiseler görgü tanıkları tarafından soruşturmayı yürüten İngilizlere bildirilmiştir. Saldırının hunharlığının büyüklüğünden olsa gerek bu saldırıya bazı Yahudi din adamları da tepki göstermişlerdir. Bu katliamın baş sanığı Menahem Begin hiçbir şey olmamış gibi üst düzey görevlere getirilmiş ve İsrail’in altıncı başbakanı seçilmiştir. Yıllar sonra “Bu eylemi yapmasaydık İsrail olmayacaktı” diyerek Siyonist kamuoyuna ne kadar haklı (!) olduğunu göstermeye çalışmıştır.

İsrail devletinin kuruluşunun hemen akabinde 15 Mayıs 1948 tarihinde gerçekleşen ve “büyük felaket” anlamına Nekbe olayı tarihe kazınmış bir katliam ve Filistinlerin zihnine mıhlanmış acı ve ızdırp olmuştur. 1948 savaşı sonrasında İsrail yerli halkı göçe zorlamak ve işgal ettiği alanları genişletmek için işkence, tecavüz ve katliam yöntemlerine devam etmiş, bunun üzerine Filistinlilerin bir kısmı korkuyla topraklarını terk etmek zorunda kalmışlardı. Bu şiddet sonrası İsrail’in kendi kaynaklarına göre beş yüz bin, Filistin kaynaklarına göre dokuz yüz bin, Birleşmiş Milletler tutanaklarına göre ise yedi yüz yirmi altı bin Filistinli yurtlarından göç etmiştir. Bu sayılar o dönemki Filistin nüfusunun yaklaşık yüzde 65-70’ine tekabül etmekteydi. Bu dönemde altı yüz yetmiş beş köy ve kasabadan oluşan Filistinli yerleşim yerleri ortadan kaldırılmıştır. Bu felaket bir ölçüde dünyada yankı bulmuş ve Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli 194 sayılı kararıyla, göç eden Filistinlilerin geri dönmelerine izin verilmesi kararı alınmış ancak İsrail’in devlet terörü bitmemiştir.

1967 Savaşı’nın ardından başlayan katliamlar ise “geri çekilme ve toprak kaybetme” anlamına gelen Naksa diye adlandırılmıştır. Bu savaşın sonuçları yeni ve büyük bir göç dalgası ortaya çıkarmış, önceki göçlere maruz kalanlar yeniden yurtlarından edilmişlerdir. Bu göç esnasında da beş yüz bin civarında Filistinlinin yerinden yurdundan edildiği kayıtlara geçmiştir. Bu tarih aynı zamanda gasp ve hırsızlık sonucu Filistinlilerin mallarına, evlerine ve yurtlarına el konularak yeni yerleşim merkezlerinin kurulmasının da başlangıcı olmuştur. Bununla Siyonist Yerleşimci Terörü kurumsal hale gelmiştir.

1967’den günümüze kadar özellikle Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da iki yüz elliden fazla yeni yerleşim yeri inşa edilmiştir. Bu yerleşim yerlerine yaklaşık altı yüz elli bin Yahudinin iskân edildiği bilinmektedir. Bu yerleşim terörü hala devam etmekte, Gazze saldırısının bir amacının da bu olduğu görülmektedir. Nitekim Siyonist İsrail’in Gazze katliamına başladığı günlerde bazı Yahudi emlak şirketleri görseller kullanarak Gazze sahil şeridinde kuracakları sitelere müşteri toplama girişiminde bulunmuşlardır. Daha önce Batı Şeria topraklarında işgalciler için evler inşa eden Harey Zahav emlak şirketi, Gazze’deki soykırımı fırsat bilerek, yeni projesini duyurmuş, yerle bir olmuş Gazze fotoğrafı üzerine planlarını yayınlamış, “Uyan, sahil evi rüya değil. Şimdi satış öncesi fiyatlarla” sloganıyla duyuruda bulunmuştur(25).

Siyonist İsrail’in parça parça kantonlar haline getirdiği Batı Şeria şehirlerinin etrafına mazlum Filistin halkına karşı bir şiddet aracı ve sembolü olarak devasa duvarlar inşa etmesi yeni ve acımasız bir zulüm yöntemidir. İlk planda yedi yüz yirmi kilometre olarak düşünülen bu duvarların yaklaşık beş yüz kilometresi tamamlanmış durumdadır. Duvar Filistin topraklarını yüzde 9,4 oranında daraltmakta; yaklaşık üç milyon Filistinlinin yaşam koşullarını zorlaştırmaktadır. Batı Şeria ve Gazze bu duvar yüzünden neredeyse bir açık hava hapishanesine dönmüş durumdadır. Duvar inşaatı sürecinde Filistinlilerin toprakları iş makineleriyle kazılmış, mallarına ve mülklerine zorla ve baskıyla el konulmuş, yüzlerce Filistinlinin evi yıkılmış, on binlerce zeytin ve meyve ağacı sökülmüş, sulama tesisleri ve binlerce metrelik su borusu tahrip edilmiştir. Öte yandan söz konusu duvar bazı köylerin ortasından geçmiş, aileleri ve akrabaları birbirinden ayırmış, hatta bazı Filistinlilerin evleri duvarın bir tarafında, tarlası diğer tarafta kalmıştır.

Bu duvarları Mayıs 2017’de bir sempozyum için gittiğim Batı Şeria’nın Kalkilya şehrinde gördüm ve birkaç gün de olsa Filistinli mazlumların yaşadığı hapishane atmosferini teneffüs ettim. Filistinliler yüksek duvarlarla çevrili şehirlerine hapishaneye girer gibi güvenlik kontrolünde giriş-çıkış yapıyorlardı.

1987 yılında başlayan Birinci İntifada sürecinde, silahlı İsrail askerleri karşısında Filistinliler ve özellikle de Filistinli çocuklar topraklarını, özgürlüklerini ve insanî haklarını sadece taş atarak korumaya çalışmışlardır. 1993 yılına kadar süren ilk İntifada hareketinde yakalanan Filistinli çocukların kolları İsrail askerleri tarafından kameralar önünde taş ve sopalarla kırılmıştır. Birinci İntifadanın sembol görüntüsü bir çocuğun kolunun taşla kırılmasının televizyonlarda yayınlanması olmuştur. Bin iki yüzden fazla sivil Filistinli bu süreçte hayatını kaybetmiş, on üç binden fazlası yaralanmış, iki bin beş yüz ev yıkılmış, iki binden fazla Filistinli tutuklanmıştır.

XXI. yüzyıla geçildiğinde de ne İsrail’in zulmü azalmış ne de Filistinlilerin çilesi bitmiştir. 2000 yılından 2005 yılına kadar devam eden İkinci İntifada döneminde dört bin dört yüz Filistinli hayatını kaybetmiş, kırk sekiz binden fazla Filistinli yaralanmış, binlerce Filistinlinin ise evleri yıkılmıştır. İkinci İntifadanın da sembol görüntüsü yine bir çocuk olmuştur. Bir duvar dibindeki varilin arkasına sığınan 11 yaşındaki Muhammed Durra ve babası, sığındıkları yerde 45 dakika boyunca ateş altına alınmışlardı. Durra’nın babasının kucağında kameralar önünde bu şekilde öldürülmesi tüm dünya televizyonlardan yayınlanmıştır(26).
 

(25) https://www.trthaber.com/haber/dunya/israilli-sirketten-isgal-ilani-enkaza-donen-gazzede-konut-satisi-icin-reklama-basladi-821665.html, 15.05.2024; 12:06.

(26) Değerlendirme için bk. Ahmet Hüsrev Çelik, Düzce Üniversitesi ORAFMER müdürü,https://www.aa.com.tr/tr/analiz/filistindeki-yahudi-teroru-yuz-yili-asti/2245469, 14.05.2024; 16:57; ayr. bk. Avd er-Rucub, https://www.aljazeera.net/politics/2022/12/5/, 14.05.2024; 12:46.


Canlı Yayında Soykırım: Gazze

Gazze’de yıkım, şiddet ve katliam ise bugüne kadar yaşananları katlayan ve dünyanın gözü önünde canlı yayınlar eşliğinde soykırım boyutuna ulaşmıştır. Tarihte yaşanan ve Kur’an-ı Kerim’de “O alev alev yanan ateş çukurlarını hazırlayanlar Allah’ın gazabına uğrasınlar! Bu çukur ruhlu zalimler, açtıkları çukurda yaktıkları ateşin başına oturmuşlar, inananlara yaptıkları işkenceyi ve katliamı pişkin pişkin seyrediyorlar. Onlar, azîz ve hamîd Yüce Allah’a inanan müminlerden intikam almak istiyorlar. Bilmiyorlar ki Yüce Allah göklerin ve yerin yegâne hükümranıdır ve onların yaptığı her şeyi görmekte ve kayıt altına almaktadır. İşte bu şekilde mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip de pişmanlık duyup tövbe etmeyen zalimleri yakıcı cehennem azabı beklemektedir.(27)” diye bildirilen yüzyıllar öncesi yaşanmış olayı akla getirmektedir.

Tefsirlerde bu olayın Necran’da yaşanmış olduğu bildirilmektedir. İslam’dan önce Yemen’de hüküm süren Zûnüvâs adındaki bir Yahudi kralın Necran Hıristiyanlarına yaptığı bir muameledir. Zûnüvâs, açtırdığı ateş çukurlarına insanları atarak onları cezalandırmış ve dinlerinden dönmeye zorlamıştır(28).Eskinin zalimleri ateş çukurlarına atarak insanlara işkence ve zulümde bulunurken bugünün zalimleri mazlumların üzerlerine fosfor veya benzeri bombalar atarak bunu yapmaktadırlar. Bugün Filistin’de özellikle Gazze’de yapılanlar dünkü Yahudi Zûnüvas’ın Necran Hıristiyanlarına muamelesinden çok da farklı değildir. Zaman, mekân ve zalim değişmekte ama yapılan zulüm benzeriyle tekrar etmektedir.

Bu olayın bir başka benzeri ise Firavunun zulmüne maruz kalan İsrailoğulları’nın Hz. Musa ve Hz. Harun’un liderliğinde Mısır’dan çıkarken Firavun ve ordusu tarafından deniz kenarında sıkıştırılmalarıdır. Kur’an- Kerim’de bu olay şöyle ifade edilir:“Nihayet Firavun ve askerleri onlara yaklaştılar. Her iki topluluk birbirini gördüğünde Mûsâ’nın yanındaki mazlumlar, “Eyvah bize yetiştiler!” diye çaresizce feryat ettiler. Mûsâ, “Hayır! Eminim ki Rabbim benimledir, bana bir çıkış yolu gösterecektir” diyerek onları teskin etti(29).”Bugün Gazze’de İsrailoğulları tam aksi yönde konuşlanmışlar ve zalim Firavun rolünü üstlenmişlerdir. Bu sefer deniz kenarına sıkışmış olanlar mazlum Gazzeliler, Netanyahu ve askerleri ise çağdaş Firavun ve askerleridir.
 

(27) el-Burûc 85/4-10

(28) Cağfer Karadaş, On Kapı Kırk Pencere, Bursa: Emin Yayınları, 2018, s. 31-33; Muhammed Eroğlu, “Ashâbü’l-Uhdûd”, İslam Ansiklopedisi DİA, İstanbul 1991, c. 3. s. 471; Nuh Aslantaş, “Zûnüvâs”, DİA, İstanbul 2013, c. 44, s. 511-513.

(29) eş-Şuara 26/60-62; ayr. bk. Cağfer Karadaş, Hidayet Rehberi Peygamberler, s. 98.


Siyonist Yahudilerin Gazze katliamı 7 Ekim’de başlamış değildir. İsrail’in Gazze’ye yönelik 2008 Aralık - 2009 Ocak aylarında gerçekleştirdiği “Dökme Kurşun” adlı saldırıda üç yüz elli beşi çocuk, yüz kadarı kadın olmak üzere bin dört yüz kişi hayatını kaybetmiş, beş bin dört yüz Filistinli yaralanmıştır. 8 Kasım 2012’de İsrail güçlerinin açtığı ateşle futbol oynayan 13 yaşında bir çocuğu öldürmesiyle başlayan olaylar sonrasında İsrail “Bulut Sütunu” adı verilen saldırılarını başlatmış, bu saldırıda çoğu kadın ve çocuklardan oluşan yüz altmış yedi Filistinli hayatını kaybetmiş, bin iki yüzden fazla Filistinli yaralanmıştır. 2014 yılındaki “Koruyucu Hat” adı verilen ve elli bir gün süren saldırılarda ise Gazze adeta enkaz haline getirilmiştir. Bu saldırılar neticesinde beş yüz elli biri çocuk iki bin yüz elliden fazla Filistinli hayatını kaybetmiş, on bir binden fazla Filistinli yaralanmış ve altı yüz binden fazla Filistinli evsiz kalmıştır. Nekbe’nin yıl dönümüne rastlatılan ABD’nin Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararının ardından başlayan protesto gösterilerindeyse iki gün içinde aralarında çok sayıda çocuğun da olduğu altmıştan fazla sivil Filistinli hayatını kaybetmiş, üç binden fazla sivil Filistinli yaralanmış, atılan gazlar nedeniyle sekiz aylık Leyla bebek de hayatını kaybedenler arasında yer almıştır.

Ama Siyonist İsrail Filistinli kahramanlar karşısında bu sefer ve ilk defa bu derece psikolojik yıkıma uğramış görünmektedir. 1956 yılında İsrail sadece sekiz günde Gazze'yi işgal etmiş ve ardından Sina Yarımadası'nın tamamını da ele geçirmişti. 7 Ekim 2023’ten bu yana yedi aydan fazla bir süredir her tür barbar saldırıya ve soykırıma rağmen İsrail askerleri Gazze'yi ele geçiremedi ve Filistin halkının direniş iradesini kıramadı. Silikon Vadisi'nin bütün yüksek teknoloji şirketlerinin desteğine rağmen Siyonistler, Hamas'a karşı askeri ve psikolojik üstünlük sağlayamadı.

Sosyal medya şirketlerinin bütün dijital sansürlerine rağmen her kesimden vicdanlı insanlık Siyonistlere siyasî ve diplomatik savaşta ağır darbeler indirdi. Hükümetlerine rağmen Batılı elitlerin Siyonizm karşıtlığı giderek artmaktadır. İsrail'in Gazze'deki soykırımları dünyanın dört bir yanında hemen her gün milyonlar tarafından lanetleniyor. ABD üniversitelerinde başlayan İsrail soykırımına karşı çadır eylemleri başta Avrupa üniversiteleri olmak üzere bütün dünyayı sarmış durumdadır.  Böylece propaganda savaşını kaybeden Siyonist İsrail’in soykırımcı ve ırkçı yüzü tamamen açığa çıkmış oldu. Batılı halklar bile gerçeği gördü. Filistinli bebekleri, yaşlıları, hamile kadınları ve yolda yürüyen sivilleri katleden İsrail ordusunun “Hamas ile savaşıyorum yalanı” çöktü, Batılı destekçilerinin ikiyüzlülüğü bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı(30).

Çocuklara Uygulanan Sistematik Şiddet

Ajanslar “İsrail askerleri, işgal altındaki Batı Şeria’da yer alan Talmon Yahudi yerleşim birimi yakınlarında yoldan geçen on altı yaşındaki bir çocuğu İsrail araçlarına taş attığı iddiasıyla ateş açarak yaraladı(31)”şeklinde her gün hatta her an Filistin’den bir haber geçmektedir. Bu tür haberler İsrail açısından sıradan zulüm, Filistinliler açısından her gün sistematik olarak yaşanan acı ve ızdırabın dünya kamuoyuna bir yansımasıdır.

Artık Siyonistler zulümlerini gizleme ihtiyacı bile duymuyorlar. Nitekim İsrail askerlerinin itiraf gibi açıklamaları açık kaynaklarda yer almakta ve dünya adeta üç maymunu oynamaktadır. Haruv taburunda sağlık personeli olarak görev yaptığı dönemi anlatan Erez Katrav, çalıştığı alana sıkça "dayak yemiş" çocukların getirildiğini belirtmiştir. Bir defasında kolu kırık bir çocuğun tabura getirildiğini, tıbbi desteğe ihtiyaç duymasına rağmen çocuğa müdahalede bulunulmadığını anlatan Katrav, "Gözaltına alınmaya elverişsiz diye bir kavram yok" diye konuşarak çocuklara yönelik sistematik şiddetin bir parçası haline geldiğini gözler önüne sermiştir.

Geçmişte Erez güvenlik noktasında gece nöbetine kalan asker Inbar ise Gazze ve İsrail sınırında bir erkek çocuğuna ilişkin verdiği raporda, çocuk alıkonulurken "üzerinde sigara söndürüldüğü, çocukla oyuncak gibi oynandığını" açıklamıştır. 605'inci taburun eski mensubu Hillel Cohen, birlikte devriye gezdiği bir askerin masum olduğunu bildiği halde 13-15 yaşlarındaki bir Filistinli çocuğu durdurup "Senin taş attığını gördüm" diyerek çocuğu sözle taciz ettiğini, bunun yanı sıra fiziksel şiddet uyguladığını belirterek bu tür davranışların orduda normal karşılandığını dile getirmiştir(32).
 

(30) https://www.sabah.com.tr/yazarlar/bercan-tutar/2024/05/16/silikon-vadisinin-gazze-hezimeti, 16.05.2024; 22:16.

(31) https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israil-askerleri-tas-attigi-iddiasiyla-bati-seria-da-filistinli-bir-cocuga-ates-etti/2252914; 15.05.2024; 12:17.

(32) https://www.trthaber.com/haber/dunya/eski-israil-askerleri-filistinlilere-yillardir-suren-zulumleri-itiraf-etti-825931.html, 14.05.2024; 12:25.


Gazze Sağlık Bakanlığı’nın verdiği son rakamlara göre 7 Ekim 2023’ten itibaren başlayan Gazze saldırılarında şehit olan Filistinli sayısı otuz beş bini aşmış durumdadır. Şehitlerin 14 bin 280'i çocuk ve 9 bin 340'ı kadınlardan oluşmaktadır. Saldırılarda her saat yaklaşık 4 çocuk hayatını kaybetmektedir. Yaralı sayısı kat kat artmakta, enkaz altında kalanların akıbeti ise bilinmemektedir. Öte yandan İsrail güçleri, işgal altındaki Batı Şeria'da 7 Ekim'den bu yana yüz on yedisi çocuk olmak üzere dört yüz elli beşten fazla Filistinliyi şehit etmiştir. Yedi yüz yirmi dördü çocuk dört bin yedi yüz Filistinli ise yaralanmıştır. Ayrıca Batı Şeria'da 2023'ün başından bu yana yedi yüz onu çocuk bin altı yüz yirmi Filistinli zorla yerinden edilmiştir. Beş yüzü 7 Ekim'den itibaren olmak üzere bin seksen beş çocuk gözaltına alınmıştır. Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) verilerine göre, 7 Ekim'den bu yana Gazze'de yaklaşık on yedi bin çocuk ebeveynlerinden birini veya her ikisini de kaybetmiş durumdadır. UNRWA Genel Komiseri Lazzarini, 7 Ekim'den bu yana devam eden İsrail saldırılarında Gazze'de öldürüldüğü bildirilen çocuk sayısının son 4 yılda dünya genelinde yaşanan savaşlarda öldürülen çocukların sayısının toplamından fazla olduğunu açıklamıştır(33).

Bugün beş milyon olduğu sanılan Filistin nüfusunun yüzde yetmişi gençlerden oluşmaktadır. 1947'de işgal edildiği tarihten itibaren, Filistinli çocuklar aileleriyle birlikte göç, sürgün, gözaltı, hapis ve katliamlar yaşadı. Tahammülü zor koşullar altında var olmaya ve direnmeye çalıştılar. Kendi topraklarında ikinci sınıf insan muamelesine maruz kaldılar ve mülteci kamplarında çetin bir hayat mücadelesi verdiler. Mülteci kampları ve sürgünde yeni bir nesil büyüdü. Filistinli aileler, işgalci İsrail ordusu tarafından bu tür sosyo-ekonomik zorluklara, terörizme ve insan hakları ihlallerine karşı koyarken, çocuklar özgürlüğün, onurun ve ulus olmanın özlemiyle bugünlere geldiler. Yarım asırdır özgürlük için direnen bir halkın çocukları olarak kendi mücadele yöntemlerini geliştirdiler ve adına intafada/direniş dediler(34).

O çocuklar şimdi Gazze’de direniyor; imanları, namusları, insanlıkları ve vatanları için savaşıyorlar. Tünel açarak, elleriyle yaptıkları basit silahları kullanarak, kimi zaman da emperyalist güçlerin Siyonistlere bağışladığı gelişmiş silahları ele geçirerek ve katliamcılara doğrultarak direniyorlar. Üç yüz kişiyle Câlût ordusuna karşı direnen Tâlût’un kahramanları gibi, yine üç yüz askeriyle Bedir’de müşrik ordusunu perişan eden Bedrin askerleri gibi, Kurtuluş Savaşı’ndaki Kuva-i Milliye ruhuna benzer bir ruhla, iman ateşiyle ve zalimin zulmünün bir gün son bulacağı inancıyla direniyorlar.

İsrail ise bütün kutsalları, inançları ve insanî ilkeleri çiğneyerek insanlığa karşı suç işlemeye devam ediyor. Tevrat’ın on ilkesinden beşi, “adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, çalmayacaksın, komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin” ve son olarak “komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeye göz dikmeyeceksin(35)” şeklindedir. İsrail burada yazılan yasakların tümünü yüzyıldan fazladır bütün Filistinlilere, 7 Ekim’den beri de Gazzeli mazlumlara hunharca uygulamakta, hiçbir değer tanımadığını ve bütün kutsalları inkâr ettiğini ilan etmektedir.

Gazze olayı belki de dünya halklarının Siyonizm cenderesinden kurtuluşuna vesile olacaktır. Çünkü Siyonistler nasıl ki Filistin şehirlerini bölüp etraflarına beton duvarlar çekerek birbirinden koparmışlar ve her birini bir hapishaneye çevirmişlerse ellerindeki mali, ticari ve teknolojik gücü kullanarak bütün dünya halklarını psikolojik ve ekonomik baskı altına almış görünmektedirler. ABD’nin ve AB’nin olaya verdiği tepki şekline ve niteliğine bakılırsa bu yeterince anlaşılır. Öyle ki Siyonist güçler dünya genelinde herkese ve her millete uygun bir korku atmosferi oluşturmayı bir şekilde başarmışlar. Bu yönüyle Gazzeliler canlarını ortaya koyarak dünya halklarının korku atmosferinden, boyunduruktan, esaretten ve ezilmişlikten kurtuluşunun başlangıcı olmak gibi bir görevi yerine getiriyorlar.

 

(33) https://www.aljazeera.net/news/liveblog/2024/5/16/, 16.05.2024; 20:51; https://www.trthaber.com/haber/dunya/israil-gazzede-her-saat-4-cocugu-olduruyor-848928.html, 18.05.2024; 00:33; https://www.aa.com.tr/tr/dunya/bm-gazzede-olduruldugu-bildirilen-cocuk-sayisi-son-4-yilda-savaslarda-oldurulen-cocuk-sayisindan-fazla/3162834, 18.05.2024; 00:35.

(34) https://www.yenisafak.com/arsiv/2000/kasim/05/dunya.html; 14.05.2024; 12:20.

(35) Kutsal Kitap, Eski Antlaşma, Mısır’dan Çıkış 20/13-17.