SAVAŞ HUKUKU BAĞLAMINDA İSRAİL’İN FİLİSTİNİ İŞGALİ ve GAZZE KATLİAMI

*Prof. Dr. Ahmet YAMAN

“Gazze katliamı” sözü her ne kadar 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren sıkça kullanılmaya başlansa da İsrail’in Filistin topraklarındaki işgal ve katliam suçunun tarihi daha eskilere uzanmaktadır. Üstelik bu tarih 14 Mayıs 1948'de David-Ben Gurion öncülüğünde Tel Aviv'de toplanan Yahudi Millî Konseyi’nin İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilanından çok önceye, 1850’leregitmektedir.

1856-1860 yılları arasında Kudüs surları dışında ilk Yahudi yerleşimi olan Mişkenot Şananim (Mishkenot Sha'ananim), ardından Siyonizmin en güçlü destekçilerinden biri olan Baron Abraham Edmond Benjamin James de Rothschild’in (ö. 1934) desteğiyle başka Yahudi yerleşimleri kurulmuştu. Zaman içinde Birinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin açtığı alanı değerlendiren Siyonistlerin sıkı gayretiyle dünyanın değişik yerlerinden binlerce Yahudi, Filistin topraklarına getirilmiş, buna mukabil 1940’larda sayıları bir milyona yaklaşan Filistinli göçe zorlanmıştı. Daha sonra 29 Kasım 1947 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen bir tasarıyla Filistin toprakları, asıl sahipleri olan Müslüman Araplarla Yahudiler arasında taksim edilmişti. Bundan sonra da Siyonistler terör eylemlerini artırmış ve kitlesel cinayetlere yani katliamlara başlamıştı. Kayıtlara göre 9 Nisan 1948’de Irgun ve Lehi örgütlerine mensup Siyonist teröristler Kudüs yakınlarındaki Deyr Yasin köyünü basarak 100’den fazla sivili; 22-23 Mayıs 1948’de İsrail ordusuna mensup Alexandroni Tugayı da Hayfa’nın Tantûra köyünü basarak 200’den fazla sivili katletmişlerdi. Filistin’deki Müslümanlara yönelik cinayetler, sivil katliamlar ve toprak işgalleri günümüze değin artarak devam etti (1).
 

(1) Bk. Hasan Karaköse, “Filistin ve Kudüs Meselesine Genel Bir Bakış(XIX. Yüzyılın Ortasından XX. Yüzyıl Ortalarına Kadar)”, Ahi Evran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (AEÜSBED), 2018, c. 4/2, s. 150-165; Lutfullah Karaman, “Filistin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/filistin (24.02.2024);https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44128837 (24.02.2024); Derin Tarih, sy 140 (Kasım 2023), s. 42 vd.


Öyle ki Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) 1 Şubat 2022'de “İsrail'in Apartheid Rejimi: Filistinlilere Yönelik Irksal Ayrımcılık ve İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar” başlıklı bir rapor yayımlamış ve burada, İsrail’in Filistinlilere yönelik işledikleri suçları “apartheid” yani sistemsel ve ırkçı ayrımcılık ve buna bağlı soykırım olarak tanımlamıştır (2). 7 Ekim 2023 tarihi işte bu katliam ve işgallerin bir sonucuydu.

İsrail’in ve Siyonist ideolojisinin bütün bu saldırı, istila, işgal ve katliamları, uluslararası hukuka temelden bir aykırılık teşkil etmektedir. Filistin topraklarının işgaliyle orada bir yapay devlet kurulması başlı başına bir hukuksuzluk olmakla ve temel sorun bu noktada başlayıp toprakların asıl sahiplerinin kendilerini ve değerlerini her yolla koruma hakkı sonuna kadar bulunmakla birlikte İsrail yapılanmasına ilişkin fiilî durumun artık Birleşmiş Milletler kararlarıyla da neredeyse bütün ülkeler tarafından tanınmış olması bizi artık bu noktadan sonraki duruma odaklanmaya icbar etmektedir. İşbu icbarla meseleye bakıldığında şunları söylemek mümkündür:

İsrail’in 1948’den itibaren sergilediği saldırgan ve insanlık dışı tavırlar, İslam hukuku kuralları bir yana, günümüz uluslararası hukuk (devletler genel hukuku) kurallarına da köklü bir aykırılık teşkil etmektedir. Şöyle ki (3);

(2) https://www.amnesty.org.tr/icerik/isgal-altindaki-filistin-topraklarinda-israilin-apartheid-rejimi (24.02.2024).

 (3) Burada verilen bilgiler için bk. Charles Crozat, Devletler Umumi HukukuI-II, trc: Çelik, Edip F., İstanbul 1950; Edip F Çelik, Milletlerarası Hukuk I-II, İstanbul 1987; Ca’fer Abdüsselam, Kavâidü’l-alâkâti’d-devliyye fi’l-kânûni’d-devlî ve fi’ş-Şerî’ati’l-İslâmiyye, Kahire 1981; Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri I, Ankara 1989;Bozkurt, Enver, Türkiye’nin Uluslararası Hukuk Mevzuatı, Ankara 1992; Ahmet Yaman, İslam Devletler Hukuku (Uluslararası ilişkiler), Ankara 2020; M. Yasin Aslan, “Savaş Hukukunun Temel Prensipleri”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, sy 79 (2008), s. 235-274.

 

  1. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kabul edilen Milletler Cemiyeti Misak’ı hakemlere gidilmedikçe ve Cemiyet’in kendisinin onayından geçmedikçe bir ülkeye silahlı saldırıda bulunmayı yasaklamış; Milletler Cemiyeti Genel Kurulu, 24 Eylül 1927 tarihinde aldığı kararlarda, uluslararası uyuşmazlıkların çözülmesi için saldırı savaşlarına başvurulamayacağını, “saldırı savaşının uluslararası bir suç olduğunu” açıkça beyan etmiştir. Daha sonra imzalanan Cenevre Protokolünde saldırganın tanımı yapılmış, buna göre hakemliğe başvurmaktan kaçınan veya hakemlik kararını kabul etmesine rağmen, bunu uygulamayan devletin saldırgan olarak nitelendirilmesi benimsenmişti. Buna göre İsrail’in eylemleri uluslararası bir suç olmaktadır.
     
  2. 27 Ağustos 1928 tarihinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu on beş devletin katılmasıyla imzalanan Briand-Kellog Paktı bir diğer adıyla Paris Misakı, meşru savunma durumunda veya uluslararası bir zorlama tedbiri olarak söz konusu olabilecek savaşlar dışındaki savaşları gayrı meşru kabul etmiştir. Bu durumda, zaten işgalci olan İsrail’in, topraklarını genişletme, Yahudilere iskân alanı açma ve asıl sahiplerini yok etme veya sürme amaçlı faaliyetlerinin hukuksuz olduğu tescil edilmiş olmaktadır.
     
  3. “Bir insan ömrü içinde iki kere insanlığa tarif olunmaz acılar yükleyen savaş belâsından, geleceğin nesillerini korumaya, insanın temel haklarına, insanın haysiyet ve değerine, erkek ve kadınlar için olduğu gibi büyük ve küçük milletler için de hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilân etmeğe, adaletin muhafazası ve anlaşmalara, devletlerarası hukukunun diğer kaynaklarından doğan görevlere saygı gösterilmesi için gerekli şartları oluşturmaya, sosyal bakımdan ilerlemeyi kolaylaştırmaya ve daha büyük bir serbestlik içinde daha iyi yaşama şartlarını ihdas etmeye, ve bu maksatla, hoşgörüyle hareket etmeye, iyi komşuluk anlayışı içinde birbirimizle barışık yaşamaya, milletlerarası barış ve güvenliğin muhafazası için kuvvetlerimizi birleştirmeye, ortak yarar dışında, silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayan prensipleri kabule ve yöntemleri benimsemeye, bütün milletlerin ekonomik ve sosyal ilerlemesini kolaylaştırmak için milletlerarası kurumlara başvurmaya azmetmiş olan biz, Birleşmiş Milletler Halkı, bu amaçları gerçekleştirmek için, gayretlerimizi beraberce sarf etmeye karar verdik.”cümleleriyle başlayan 1945 tarihli Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın pek çok maddesi, uluslararası ilişkilerde başka bir devletin toprak bütünlüğüne veya siyasal bağımsızlığına karşı herhangi bir şekilde tehditte bulunmayı ve kuvvet kullanılmasını yasaklamıştır. İsrail’in eylemleri bu yasakların açık bir ihlalidir. Ne yazık ki, Birleşmiş Milletler Teşkilatı da özellikle Güvenlik Konseyi eliyle bu ihlalleri durdurmak bir yana koruyucu bir rol üstlenmiştir.
     
  4. Bütün devletlerin egemen eşitliğini esas alan aynı anlaşmanın 51. maddesine göre, Birleşmiş Milletler üyesi devletlerden birisi silahlı bir saldırıya uğradığında, meşru savunma hakkına sahiptir. Toprakları özellikle 1948 yılından itibaren sistematik olarak işgal edilen Filistinlilerin ve 138 ülke tarafından tanınan ve Birleşmiş Milletlerde gözlemci devlet statüsünde olan Filistin Devleti’nin bu madde gereğince meşru savunma hakkı bulunmaktadır.
     
  5. İsrail sadece 7 Ekim 2023 sonrasında değil 1947’den itibaren şu uluslararası anlaşmaları da sürekli çiğneyip hukuk ve insanlık dışı davranışlarını sürdüre gelmiştir:
  • 1864 yılında Cenevre’de imzalanan Savaş Alanında Yaralıların Durumunun İyileştirilmesi Sözleşmesi,
  • 1868 yılında imzalanan savaş yöntem ve araçlarını düzenleyen Saint-Petersburg Sözleşmeleri,
  • 1899 tarihli kara savaşının kurallarını düzenleyen La Haye Sözleşmeleri,
  • 1906 tarihli savaştaki hasta ve yaralıların durumlarının iyileştirilmesine dair Cenevre Sözleşmesi,
  • 1907 tarihli savaş hukukuna dair La Haye Sözleşmeleri,
  • 1929 tarihli savaş alanında bulunan orduların yaralıları ve hastalarının durumlarının düzeltilmesi hakkındaki Cenevre Nihai Senedi ve Sözleşmeleri,
  • 1935 tarihli tarihî, kültürel, sanatsal varlıkların ve bilimsel yapıtların korunmasına dair Washington Sözleşmesi,
  • 1954 tarihli silahlı çatışmalarda kültür varlıklarının korunması hakkında La Haye Sözleşmesi ve Protokolü,
  • 1976 tarihli çevreyi değiştirme/bozma tekniklerinin askeri veya düşmanca amaçlarla kullanılmasının yasaklanmasına dair Birleşmiş Milletler sözleşmesi (ENMOD),
  • 1980 tarihli beklenmeyen etkileri ve zararları olduğu düşünülen bazı konvansiyonel silahların kullanılmasının yasaklanmasına dair Cenevre Sözleşmesi.
     

Burada başlıcaları sayılan bu uluslararası anlaşmaların hiçbirine uymayan İsrail, bu gerçeğin bir ispatı olarak 29 Aralık 2023 tarihinde Birleşmiş Milletlerin en üst yargı organı olan Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ)yargılanmaya başlanmıştır. Dava, kendi tarihinde benzer zulümlere maruz kalan Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından, İsrail’in 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal ettiği gerekçesiyle açılmıştır. Davayı incelemeye başlayan Uluslararası Adalet Divanı, 26 Ocak’ta, Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırım çağrısı yapanları önlemek, engellemek ve cezalandırmak için gereken tüm adımların atılmasına karar vermiş, İsrail'in Filistinlilerin karşılaştığı olumsuz yaşam koşullarını ortadan kaldırmak için ihtiyaç duyulan temel hizmetlere ve insanî yardımın sağlanmasını mümkün kılan acil ve etkili önlemler ile Gazze’deki Filistinlilere karşı Soykırım Sözleşmesi'nin ihlalini gösteren delillerin yok edilmesini önlemek ve korunmasını sağlamak için etkili tedbirler almasını ve kararın yürürlüğe girmesinden itibaren bir ay içinde, alınan tüm tedbirler hakkında Mahkeme'ye bir rapor sunmasını istemiştir (4).

Her ne kadar nihaî karar olmasa da bu haliyle söz konusu karar, İsrail’in bir soykırım suçu işlediğini ortaya koymaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 22 Kasım 1967 tarihinde kabul ettiği 242 sayılı karar ise, İsrail’in şu anda işgalci bir devlet olduğunu ispatlamaktadır. Zira Büyük Britanya’nın teklifiyle alınan ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin altıncı bölümüne dayanan kararda “Orta Doğu’da âdil ve kalıcı bir barışın sağlanması” çağrısı yapılmış; bunun sağlanması için de “İsrail'in son savaşta (1967 yılındaki 6 Gün Savaşı) işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesi” ve “bölgedeki tüm devletlerin güvenli ve tanınmış sınırlar dahilinde var olma hakkına saygı duyulması”nın şart olduğu belirtilmiştir (5).

Uluslararası toplum tarafından tanınan günümüz pozitif devletler hukuku kurallarına göre durum buyken acaba İslam hukuku açısından nedir?

İslam hukukçularının büyük çoğunluğuna göre savaşın temel gerekçesi düşmanca tutum ve din özgürlüğünün tanınmamasıdır. Bir başka ifadeyle karşı tarafın İslâm’a ve Müslümanlara yönelik fiilî düşmanlığı ile İslâm’ı tanıtma ve yaşama özgürlüğünün kısıtlanması savaşı doğuran temel sebeptir. Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde ve özellikle savaşa izin veren ilk âyette savaş sebebinin düşmanın Müslümanlara saldırısı ve onları yurtlarından çıkarmaları olduğunun açıkça belirtilmesi yanında(6), “Size savaş açanlarla Allah uğrunda siz de savaşın, fakat aşırılığa sapmayın”; “Fitne (baskı ve zulüm) kalmayıncaya ve yalnızca Allah’a kulluk edilinceye kadar onlarla savaşın; ancak vazgeçerlerse zulüm işleyenlerin dışındakilere düşmanlık yoktur”(7) ; “Müşrikler sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekûn savaşın”(8); “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz ... Allah yalnızca din konusunda sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dostlukla yaklaşmanızı yasaklar; kim onlarla dost olursa gerçek zalimler işte onlardır (9) ” meâlindeki âyetler bu sonucu vermektedir.

 

(4) https://www.aa.com.tr/tr/dunya/uluslararasi-adalet-divaninin-karari-israil-i-hem-sevindirdi-hem-kizdirdi/3120287 (24.02.2024).

(5) Zühal Çalık Topuz ve Mohammad Arafat, “Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararlarının Filistin-İsrail Barış Sürecine Etkisi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Dergisi Erken Görünüm, s. 5 (https://sbfdergi.ankara.edu.tr/dergi/erken_gorunum/1949---Zuhal-Calik-Topuz---Mohammad-Arafat.pdf) (24.02.2024).

(6) Hac 22/39-40.

(7) Bakara 2/190, 193.

(8) Tevbe 9/36.

(9) Mümtehine 60/8-9.

 

Buna göre sadece savunma amaçlı olan (10), bir antlaşmayla sonuçlanmadan kesintiye uğrayan bir savaşın devamı niteliğinde bulunan, barış antlaşmasının düşman tarafından bozulması neticesinde başlayan (11), haksızlığa uğrayan Müslümanlara yardım amacı taşıyan (12), uluslararası antlaşmalardan doğan yükümlülükler dolayısıyla iştirak edilen (13), İslâm’ın insanlara tanıtılmasına ve bütün açılımıyla din-vicdan özgürlüğünün sağlanmasına yönelik olan (14) savaşlar meşru görülmüş, diğerleri yeryüzünde bozgunculuk çıkarma teşebbüsü şeklinde değerlendirilmiş ve kınanmıştır (15). Belirtilen meşruiyet temeline sahip savaşların da hedefe ulaşılınca bitirilmesi ve zorunlu sınırı aşmaması esastır (16).

İşte bu çerçeve içinde değerlendirildiğinde Filistin’in işgale uğradığı, Filistin’de yaşayan Müslümanların temel insan hakları bir yana hayat hakkı tanınmadığı, değerlerine sürekli hakaret edildiği, inançları sebebiyle devamlı zulme maruz kaldığı, çocuk, kadın ve hasta denmeden katliama uğradığı göz önüne alındığında onların kendilerini savunma haklarının doğduğu ve bunun savaştan başka yolu da kalmayınca savaşın meşru olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bir bölgedeki ya da ülkedeki Müslümanların böyle zalim bir düşmanla savaşması halinde diğer Müslümanlar da sorumluluk altına girerler. Zira küfür tek millet olduğu gibi Müslümanlar da tek ümmettir.

“Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?” (17) âyeti, zulme uğrayanların yardımsız bırakılamayacağını ve bu sebeple gerektiğinde savaşın bile göze alınacağını göstermektedir. Tekraren ifade edelim ki, âyetten anlaşıldığına göre bu şekilde acze düşmüş, toprakları işgale uğramış ve en doğal hakları ellerinden alınmış Müslümanları kurtarmak için fiilen teşebbüste bulunmak bir vecibedir. Bu fiilî teşebbüs, eğer askerî ve ekonomik durum ile uluslararası konjonktür elverirse savaş boyutunda bile olabilecektir. Hz. Peygamber’in (s.a.) buyurduğu üzere “Mü’minler birbirlerini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler. (18)”; “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez. Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, Allah da onun ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın (kusurunu) örterse Allah da kıyamet günü onu örter (19).”

Bu yazıyı bir peygamber duasıyla bitirelim:“Ey Allahım! Zor durumdaki/mustaz’af müminleri kurtar! (20)
 

(10) Bakara 2/190, 194; Hac 22/39; Şûrâ 42/41.

(11) Tevbe 9/12-13.

(12) Nisâ 4/75; Enfâl 8/72.

(13) Şâfiî, el-Üm, Beyrut 1973, IV, 187.

(14) Âl-i İmrân 3/110; Mâide 5/67; Tevbe 9/41; Hac 22/78.

(15) Bakara 2/205; Mâide 5/65; Muhammed 47/22; Buhârî, “Cihâd”, 15; Müslim, “İmâre”, 149; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 25.

(16) Ahmet Yaman, “Savaş”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/savas#1 (24.02.2024).

(17) Nisa 4/75.

(18) Müslim, “Birr” 66.

(19) Müslim, “Birr” 58; Tirmizî, “Hudud” 3.

(20) Buharî, “İstiskâ”, 15; “Tefsir”, 4/21, “Ezan”, 128; Müslim, “Mesâcid” 294-295.

 

*NEÜ İlahiyat Fakültesi