Dindarlık, Ahlâkîlik ve Değerler:
Sosyal Psikolojik Bir Çözümleme

Asım Yapıcı*

 

Dindarlık ve Ahlâkîlik Tefrik Edilebilir mi?

Dindarlık ile ahlâkîlik (erdemlilik) arasında nasıl bir ilişki vardır? Dindarlık ahlaklı olmayı beraberinde getirir mi? Bir insan inanç ve ibadet boyutunda dindar bir görüntü verdiği halde davranışlarında ahlâkîliği dikkate almıyorsa, bu durum nasıl açıklanabilir? Din ve ahlak ilişkisi üzerinde konuşurken sıklıkla bu tür sorularla karşılaşmaktayız.

Öncelikle şu hususu vurgulamak gerekir: Modernlik öncesi geleneksel dünyada din ve ahlak birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Hem dinin hem de ahlakın kaynağı ilahî irade (vahiy) olduğu için dinî olan kurallar doğal olarak ahlâkîdir. Başka bir deyişle ahlak köken itibarıyla ilahi iradenin taleplerinin gündelik hayata yansımasından ibarettir. Zira geleneksel dünyada din ve dindarlık sadece kutsalla ilişkide tezahür eden bir olgu değildir. Din denince hem inanç ve ibadetler hem de dinin dünyaya bakışını şekillendiren yani kutsalla ilişkinin dünyevi yansımalarını oluşturan ahlâkî erdemler öne çıkmaktadır. Çünkü her din kendi belirlediği modele göre mensuplarını eğitmeyi, buradan hareketle hedeflediği toplumsal yapıyı kurmayı arzular. Bu arzu sadece inanç ve ibadetle gerçekleşemez. Esasen inanç ve ibadetler de nihayetinde Tanrı bilincini canlı tutarak dinin belirlediği insan ve toplum modelini oluşturmaya matuftur. Örneğin İslam’da “Muhakkak ki namaz sizi kötülüklerden ve fenalıklardan alıkoyar.” (Ankebût, 29/45) ayeti bu anlamda dikkat çekicidir. Anlaşılacağı üzere dinler emir ve yasaklarıyla erdemli bir dünya kurmayı hedefler. Bu bağlamda dinler, kişinin kendisiyle, yakın ve uzak çevresindeki diğer insanlarla, doğayla ve inandığı varlıkla ilişkilerini ahlâkî bir temel üzerinden şekillenir. Ancak Aydınlanma Felsefesi ile birlikte özellikle Batı bilim dünyasında din ve ahlak iki farklı olgu olarak ele alınmış ve aralarında doğrudan değil, yakın bir ilişki olduğu düşünülmüştür. Bu durum Kartezyen felsefeden mülhem Aydınlanma düşüncesinin akıl ve kalp, fizik ve metafizik, şekil ve öz, madde ve mana nihayet din ve ahlak arasında kesin bir ayrım yapmasıyla doğrudan ilişkilidir. Aydınlanma’nın dünya görüşü ilk planda Batı’da, ancak devam eden süreçte İslam dünyası dâhil pek çok sosyokültürel coğrafyada farklı düzeylerde hissedilmiştir.

Her din, kendi belirlediği ölçütler üzerinden mensuplarını bireysel ve sosyal anlamda ahlâkî bir hayat yaşamaya davet eder. Ancak din, bireyle buluştuğu anda öznelleşir ve dindarlık denilen yeni bir durum ortaya çıkar. Bu anlamda dindarlık din değil dinin birey ve toplumdaki yansımasıdır. Bunun anlamı şudur: İdeal birey ve toplum inşa edebilmek için dinin va’z ettiği emir, yasak ve tavsiyelerden mülhem dinin dünya görüşü o dine inanan insanların ruhsal halleri, (ilgileri, ihtiyaçları, beklentileri, korkuları) başta olmak üzere dini inanç ve kimlikleriyle özdeşleşme düzeyleri, sosyokültürel ve ekonomik durumları, nihayet içinde yaşadıkları devrin ruhu ile karşılıklı etkileşime girer. Bu süreçte dinin ne dediği, mensuplarından ne beklediğinden ziyade bireyin dinin taleplerini nasıl algıladığı ve anlamlandırdığı daha önemli hale gelir. Burada dinî yaşayışın farklı görüntüleri tezahür eder. Farklı dindarlık türlerinin ahlâkî davranışlarla ilişkisi farklı bir yapı ve muhteva kazanır. Bununla birlikte şu hususun altını önemle çizmek gerekir: Dindarlık olgusunda iman, ibadet ve ahlak ayrılmaz bir bütün oluşturur. Ancak dindarlık dinsellikten de farklıdır. Burada da Aydınlanma düşüncesinin din ve ahlakı tefrik etmeye çalışmasının sonuçları izlenebilir. Zira dinsellik, dinin inanç ve ibadet üzerinden yaşanması, hatta ritüalistik ve şeklî bir yapıya bürünmesi, bununla birlikte ahlak ve ruhsallığın geri plana atılmasıyla ilişkilidir. Günümüzde dindarlık ile ahlaklılık arasındaki ilişkinin yönü ve yoğunluğu üzerindeki tartışmaları bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.

Kuramsal Açıdan Dindarlık ve Ahlâkî Değerler

Her insan ailesi başta olmak üzere sosyal çevresinde cari olan inanç, değer ve normları bilişsel ve psikososyal gelişimine paralel olarak yavaş yavaş edinir. Bunun anlamı şudur: İnsan dış dünyada olan biteni sadece sünger gibi çeken pasif bir varlık değildir. Farklı kanallardan kendisine ulaşan etkileri/uyarıcıları (malumatları) kendi kişilik özellikleri ve zihinsel yapısıyla algılar ve anlamlandırır. Çünkü bir şeyin ahlâkî olup olmadığına karar verebilmek ve ahlâkî davranabilmek için kişinin öncelikle bilişsel, duyuşsal ve sosyal bakımdan olgunlaşması gerekir. Bilişsel farkındalık arttıkça, dış dünyadan gelen bilgi, malumat ve uyarıcılar vicdanî muhasebe ile değerlendirildikçe, empatik ve esnek düşünebildikçe, öfke başta olmak üzere olumsuz duygular kontrol edildikçe, benmerkezcilik azalıp diğerkâmlık arttıkça; merhamet, sevgi ve affetme gibi olumlu erdemler geliştikçe ahlâkî gelişim kemâle yöneliyor demektir.

Eksik ve yetersiz olarak doğan insan yaşama tutunma ve hayatını idame ettirebilme bakımından sürekli gelişme ve olgunlaşma ihtiyacı içindedir.  Bu nedenle o, bilişsel ve duygusal gelişimine paralel olarak “dışsallaşma”, “nesnelleşme” ve “içselleşme” süreçleriyle bir yandan içinde büyüdüğü toplumun değerlerini özümseyerek bir nevi kendi kültürünün ürünü haline gelirken öte yandan tüm bunları kendi psikolojik yapısıyla harmanlayarak kendine özgü bir kişilik yapısı geliştirir (Berger,1993: 29-30). Sosyal öğrenme süreciyle birey kendisine, temeli sosyokültürel ve dinî değerlere dayalı, ama kendi biricikliğini de yansıtan ruhsal ve zihinsel bir dünya inşa eder.

İnsanın kendisine kurduğu dünya bireysel olduğu kadar sosyaldir. Tam da burada toplum ile birey arasındaki temel bağ devreye girer. Bireyin toplumdan talepleri olduğu kadar toplumun da bireyden talepleri vardır. Esasen gerek birey gerek toplum var olabilmek ve varlığını devam ettirebilmek için ahlâkî değerlere ihtiyaç duyar. Toplumda sağduyuya dayalı ortak eylemleri oluşturan ahlâkî değerler, kalbi besleyen damarlara benzer. Damarlarda bir sorun olduğu zaman kalp krizinin ortaya çıkması gibi ahlâkî değerlerde bir sorun olduğu zaman kültür, kimlik ve kişilik sorunları tezahür eder (Yapıcı, 2007: 57). Çünkü ahlâkî değerler kendimizi ve başkalarının davranışlarını anlamayı, yaşanan hadiseleri değerlendirebilmeyi, toplumun davranış biçimlerini kavramayı, dolayısıyla bireyin nerede nasıl davranması gerektiğini belirleyen referans çerçeveleridir. Şayet söz konusu referans çerçevesi bireyin davranışlarını biçimlendirici özelliğini kaybederse anomi (kuralsızlık) ortaya çıkar. Anomi gerçekleştiği zaman bireyin dini ve ahlâkî değerlerle bağı zayıflamış hatta kopmuş demektir.

Ahlâkî değerlerin oluşmasında din merkezi öneme sahiptir. Clark’ın (1998: 2-3) ifadesiyle söyleyecek olursak; paylaşılan inançlar, düşünceler, değerler ve ortak eylemler olarak tanımlayabileceğimiz dinler, inananlara bireysel ve sosyal hayatlarını düzenleyen ahlâkî kurallar sunmaktadır. Bu anlamda dinler, mensuplarından talep ettiği inanç ve pratiklerle olumlu ve istendik davranışlar arasında bağ kurar. Bu durum dinlerin gerek teklif ettiği inanç ve ibadetlerle gerekse talep ettiği ahlâkî tutum ve davranışlarla mensuplarını kendi belirlediği modele göre eğitmek ve yetiştirmek istemesinden kaynaklanır. Aslında bu tavır, olumlu bir sosyalleşme yaşayan insanların hem kendileriyle hem de çevreleriyle barışık olması amacına yöneliktir. Zira Hökelekli’nin de (2005: 118-119) belirttiği gibi, toplumsal yapıda ahlâkî değerlerin korunmasına hizmet eden dinler, bireyin sosyal uyumunu sağlamada önemli bir işleve sahiptir. Bununla birlikte şu iki soruyu sormak anlamlı olacaktır: Birincisi dinler mensuplarında erdemleri geliştirmek ve ahlâkî toplum oluşturmak istese de acaba dindarlar inandıkları dinin dünya görüşünü uygun tutum ve davranış geliştirmekte midir? İkincisi dinlerin talepleri inananlarda bir karşılık görmüyorsa bunun nedenleri ne olabilir? Bu sorulara öncelikle saha araştırmaları üzerinden cevap arayabiliriz.

Araştırma Sonuçları Ne Söylüyor?

Yapılan çalışmalarda din ve dindarlığın ahlâkî değerlerin korunması, sosyal huzurun sağlanması, ferdin içinde yaşadığı toplumla sağlıklı bir diyalog geliştirmesi vb. hususlarda çok önemli fonksiyonlar üstlendiği ortaya konmuştur. Bu bağlamda genellikle dindar insanların daha itaatkâr ve toplum düzenine daha fazla uyum gösterme eğiliminde olduğu tespit edilmiştir (Argyle & Beit-Hallahmi, 1975; Kötehne, 1999). Aslında dinin inananlar üzerinde bu tür bir etkide bulunmasını doğal karşılamak gerekir. Çünkü Clouzeau ve Roy’un da (2004: 65) belirttiği gibi “İnanan insanlar, ahlâkî değerlerin ilahî iradenin arzusuna uygun olarak şekillendiği inancındadır.” Bu da dindar insanın ahlâkî değerlere daha çok sahip çıkma eğiliminde olduğu anlamına gelmektedir. Gerek Avrupa ve ABD’de gerekse Türkiye’de yapılan çalışmalarda dinsel yönelim ile “geleneksellik”, “güvenlik” ve “uyma/itaat” arasında pozitif; “öz yönelim”, “uyarılım” ve “hazcılık” arasında negatif ilişki saptamıştır (Schwartz ve Huismans, 1995; Mehmedoğlu, 2006). Keza dindarların dindar olmayanlara nispetle daha uyumlu ve daha fazla sorumluluk sahibi oldukları, dinsel hayatın pratik boyutları (namaz, oruç, dua ve tövbe) ile sosyallik ve sorumluluk arasında pozitif yönde anlamlı ilişkiler görüldüğü, din eğitimi alan öğrencilerin otokontrol, uyum ve sebat düzeylerinin daha yüksek olduğu, dindarlığın bazı boyutlarıyla vicdan, fedakârlık ve diğerkâmlık arasındaki ilişkilerin anlamlılık seviyesine ulaştığı tespit edilmiştir. Dinin ahlâkî davranışlara ve sosyal uyuma etkisi, büyük oranda muhafazakâr bir yapı ve zihniyet üreterek mensuplarının buna itaatini talep etmesinden kaynaklanmaktadır.

Geleneksellik, iyilikseverlik, uyumluluk ve itaat, öfke kontrolü ve saldırganlık içeren davranışlardan uzak durmayı beraberinde getirebilir. Esasen ahlâkî değerlerin önemli göstergelerinden birisi de saldırganlık içeren duygu ve davranışları kontrol edebilmektir. Yapılan araştırmalarda dindarlık düzeyi arttıkça bireyler arası kavga ve şiddet içeren fiillerin azaldığı tespit edilmiştir (Yapıcı, 2007). Bu bulgu suçluların ıslahında dinin önemli bir rol oynayabileceğini anlamına gelmektedir. Çünkü dindarlar toplumun normal kabul ettiği davranışları daha fazla yaparken antisosyal davranışlardan uzak durma eğilimindedir. Bu husus, dinin bireysel ve sosyal uyumun gerçekleşmesine sağladığı manevî güç ve toplumsal destekle izah edilebilir.

Saldırganlık içeren duygu ve düşüncelerin kontrol edilebilmesi suç işleme davranışının azalmasıyla yakından ilişkilidir. Bu bağlamda yapılan araştırmalar dindarlık düzeyinin belli oranda suç işlemeye karşı koruyucu bir faktör olabileceğini ortaya koymuştur. (Yapıcı, 2007: 59-61). Bununla birlikte şu hususu vurgulamak gerekir: Dindarlık suç işlemeyi engelleyici değil, suç işlemeye karşı koruyucudur. Bu koruyuculuk hem dinî inanç ve ibadetlerin etkisiyle doğrudan hem de arkadaş tercihleri sebebiyle dolaylı olarak gerçekleşmektedir. Türkiye’de yapılan çalışmalardan elde edilen bulgular da bu yöndedir. Bu noktada şu hususun altını önemle çizelim: Sadece inanç esaslarını kabul etmek fakat ibadetleri yapmamak suç işleme davranışına karşı bireyi yeterince koruyucu değildir. Çünkü dinin bireysel ve sosyal hayata etkileri daha ziyade ibadet boyutu üzerinden gerçekleşmektedir (Güneş, 2003). Dahası bireyin inançlı ve dindar olması da yerine göre yeterli olmamakta, bireysel dindarlık ile dindar bir ortamda yaşamını sürdürmesi birbirini beslemektedir. Bu durumu toplumsal normların bireysel hayata etkisi kavramıyla izah etmek mümkündür. Bu sonuçlar dinin, olumlu kişilik özelliklerinin gelişmesinde önemli bir fonksiyon üstlendiği şeklinde yorumlanabilir. Kanaatimizce dinin ahlâkî davranışlara ve sosyal uyuma etkisi, büyük oranda, muhafazakâr bir yapı ve zihniyet üreterek mensuplarının buna uyum göstermesini talep etmesinden kaynaklanmaktadır.

Dindarlık sadece suç işleme ve anormal davranışlar gösterme ile ters yönlü bir ilişkiye sahip değildir. Bununla birlikte o, yardımlaşma ve dostluk başta olmak üzere temelde iyi bir insan olma eğilimini ifade eden ahlâkî davranışlarla pozitif ilişkiye sahiptir. Özellikle dua ve ibadet etme sıklığının hem olumsuz davranışlarda bulunma riskini azalttığı hem de sosyokültürel yapı içinde istenen ve beklenen özelliklere sahip iyi bir insan olma eğilimini artırdığı pek çok araştırmada teyit edilmiştir (Yapıcı, 2007). Bununla birlikte dindarlığın toplum yanlısı (prososyal) davranışlarla ilişkisi tek yönlü ve tek boyutlu değildir. Bu çerçevede bireyin gerek dinî inançları ve sosyokültürel değerleriyle bütünleşme düzeyi gerekse sosyal çevresiyle kurduğu ilişkinin niteliği onun davranışlarının biçimlenmesinde önemli bir hisseye sahiptir. Örneğin dinin etkisini hissetme düzeyi yükseldikçe emaneti koruma ve doğruluk-dürüstlük eğiliminin de arttığı (Güleç, 2018), Allah'a yakınlık hissi, sosyal problemlerin çözümünde dini emirleri referans alma, oruç ve namaz gibi ibadetleri yerine getirme, Kur’an okuma ve dinî bilgi düzeyine sahip olma gibi dindarlık göstergelerinin ahlâkî davranışları kuvvetlendirdiği (Ayten, 2009) yapılan çalışmalarda teyit edilmiştir. Dahası Allah’a iman, ibadetlere devamlılık ve dinin etkisini hissetme hususları birleşince ahlâkî tutum ve davranışlar daha belirgin olabilmektedir. Özellikle ibadetlerin mabetlerde yapılması dindarlarda erdemlerin hem gelişmesinde hem de devamlılık kazanmasında işlevseldir. Çünkü ibadetlerin îfası için ibadethaneye devam eden kişiler aynı zamanda bir topluluk içerisine girmektedir. Bu sebeple onların hem psikososyal uyumları hem de doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, merhamet ve affetme gibi davranışları daha fazla kuvvetlenmektedir. Buradan hareketle dindarlığın ahlâkî değerleri besleme düzeyinin uygun çevresel koşullarla kuvvetlendiği söylenebilir. Ayrıca özellikle iç güdümlü dindarların dış güdümlülere nispetle ahlâkî değerleri daha fazla içselleştirdikleri, bu bağlamda onların doğruluk, dürüstlük, sorumluluk, affedicilik, hoşgörülülük ve alçakgönüllülük düzeylerinin daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (Exline ve Hill, 2012; Krause, 2015; Şentepe, 2016).

Dinî olgunluk beraberinde ahlâkî olgunluğu getirir mi, sorusu da önemlidir. Yapılan araştırmalara göre bireylerin dindarlık seviyeleri yükseldikçe duygusal ve ahlâkî olgunluk düzeyleri artmaktadır (Koçak ve Kayıklık, 2022). Özellikle düzenli olarak namaz kılanlar ile dinî emir ve yasakların hayatı kısıtlamadığını düşünenlerde ahlâkî olgunluk düzeyi daha yüksektir (Aktaş ve Kartopu, 2016). Yine burada da birey iç güdümlü dindarların dış güdümlü dindarlara nispetle ahlâkî anlamda daha olgun bir duruş sergiledikleri söylenebilir

Dinsellik ve Ahlâkî Zaaflar

Normal koşullarda sağlıklı ve şahsiyetli bir insanın inançlarıyla yaşantısı, sözleriyle eylemleri arasında bütünlük olması beklenir. Bu tür kişiler için erdemli olmak huzuru; huzur da erdemli olmayı besler.

“Niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz?” (Sâff, 61/2) ayetinde ifade edildiği üzere zaman zaman insanın kalbi ile davranışları arasında uyumsuzluk tezahür edebilir. Bilhassa nevrotik kişilik yapısına sahip olanlarda, baskılanarak bilinç dışına itilen arzular ile dışa yansıyan söz ve eylemler arasında zıtlık görülebilir. Bu noktada ahlâkın bir söylem değil eylem ve temsil olduğunu vurgulamak gerekir.

Bir şeyin yanlış ve kötü olduğunu bilmek, o yanlışı ve kötüyü yapmaya mani midir? Bu soruya vereceğimiz cevap bilgi ile eylem arasında doğrudan bir ilişki olmadığıdır. Burada önemli olan neyi bildiğimiz değil, bildiğimize nasıl bir anlam ve değer yüklediğimizdir.

İslam’da şekil ve öz, madde ve mana ayrımı yoktur. Başka bir deyişle şekil ve öz, madde ve mana tıpkı “H2O=SU” gibidir, yani farklı unsurlar bir araya gelerek daha güzel ve anlamlı bir bütün oluşturur. İbadetler şekli boyutta kalır ve bireyin iç dünyasına inmezse, inançlar dilde kalır ruha nüfuz etmezse şekil ve öz parçalanmış, dolayısıyla anlamlı bütünlük kaybolmuş demektir. İşte burada dindarlık değil dinsellik denilen olguyla karşılaşmaktayız. Kuşkusuz bu durum bireyin kişilik yapısı, aile ortamında yaşadıkları, eğitimi ve zamanın ruhu başta olmak üzere pek çok nedenden beslenebilir.

Dini sadece uhrevî bir boyuta indirgemek, dünyevî hayata ve sosyal ilişkilere karıştırmamak, yeni bir insan tipini beraberinde getirmiştir. Bu insan dinden kopmamakla birlikte dinin ahlâkî tarafını dikkate almamaktadır. Bu nedenle “inançlı ama bencil”, “dindar ama ahlaklı değil”, “ibadetlerini yapar fakat hazcı” gibi nitelendirmeler sıklıkla duyulmaktadır. Asıl sorun da bu noktada başlamaktadır. İnanan insan din dünyasını değerlerle tahkim edemediği için değer üreten dindarlıktan değer tüketen dindarlıklara doğru savrulma tezahür etmektedir. Yapılan çalışmalardan elde edilen bulgulara göre yeni insanda dinsellik ile birlikte hazcılık, uyarılım, bencillik, aldatma, sorumluluktan kaçma ve suç işleme gibi davranışlarda artış görülmesi bu anlamda manidardır (Yapıcı, 2018). Tam da bu noktada inançlı olduğu halde ahlâkî bakımdan zayıf görüntü veren insanları dindar değil dinsel olarak adlandırmak isabetlidir. Zira dindarlık iman, ibadet ve ahlak üçlüsünün ayrılmaz bir bütünlük oluşturmasıyla tezahür eden bir olgudur. Bu üçlüde ahlak eksik kaldığı zaman tezahür eden durum dinselliktir.

Kaynakça

Aktaş, H. & Kartopu, S. (2016). Üniversite Öğrencilerinin Dindarlık Eğilimlerine Göre Ahlaki Olgunluk Düzeylerinin İncelenmesi: Gümüşhane Üniversitesi Örneği. ASOS Journal: Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 4 (35),  34-42

Argyle, M. & Beit-Hallahmi, B. (1975). The Social Psychology of Religion. London & Boston: Routledge & Kegan Paul.

Ayten, A. (2009). Affedicilik ve Din: Affetme Eğilimi ve Dindarlıkla İlişkisi Üzerine Ampirik Bir Araştırma. M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 37 (2), 111-128.

Berger, P. L. (1993). Dinin Sosyal Gerçekliği (Çev. A. Coşkun). İstanbul: İnsan Yayınları.

Clark, W. (1998). Pratique Religieuse, Mariage et Famille. Tendances Sociales Canadiennes, 50, 2-7.

Clouzeau, F. & Roy, F. (2004). Une Remise En Cause Des Principes Fondateurs de la Lutte Contre Le Sida. Transcriptates, 118 (10), 64-65.

Exline, J. J. ve Peter, C. Hill (2012). Humility: A Consistent and Robust Predictor of Generosity. The Journal of Positive Psychology, 7 (3), 208-218.

Güleç, Y. (2018). Üniversite Öğrencilerinin Dindarlık Düzeyleri ve Adil Davranış Gösterme Arasındaki İlişki, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 18 (1), 329-359

Güneş, T. (2003). The Relationship Between Religiosity and Crime: A Case Study on University Students in Turkey (Doktora Tezi), Ankara: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Hökelekli, H. (2005). Din Psikolojisi. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

Koçak, A. & Kayıklık, H. (2022). Doğruyla Sevabın Yanlışla Günahın Kesiştiği Noktada Ahlâkî Olgunluk-Dindarlık İlişkisi. İnönü Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 11 (1) , 95-114 .

Kötehne, G. (1999). Religious Oriantation and Personality (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Krause, N. (2015). Assessing the Relationships Among Race, Religion, Humility, and Self-Forgiveness: A Longitudinal Investigation. Adevances in Life Course Research, 24, 66-74

Mehmedoğlu, A. U. (2006). İlâhiyat Fakültesi Öğrencilerinin Değer Yönelimleri ve Dindarlık-Değer İlişkisi: M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Örneği. M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 30 (1), 133-167.

Schwartz, S. H. & Huismans, S. (1995). Value Priorities and Religiosity in Four Western Religions. Social Psychology Quarterly, 58 (2), 88-107.

Şentepe, A. (2016). Ruh Sağlığı Belirtilerinin Yordayıcısı Olarak Affetme ve Dindarlık İlişkisi. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.

Yapıcı, A. (2007). Ruh Sağlığı ve Din: Psikososyal Uyum ve Dindarlık. Adana: Karahan Yayınları.

Yapıcı, A. (2018). Değerler ve Dindarlık Algısında Değişim ve Süreklilik: Değerlerin Bireyselleşmesinden Bireysel Değerlere. M. Ergün, N. Karabacak, İ Korkmaz, M. Küçük (Ed). Öğretmenliğin Mesleki Değerleri ve Etik içinde (ss. 57-90). Ankara: Anı Yayıncılık.


*Prof. Dr. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi